Mantık, yirminci yüzyıldaki gelişimi bakımından ele alındığında, matematik, bilgisayar bilimi, dilbilim ve felsefe gibi alanlarla sıkı kavramsal bağlantılar kuran bir disiplin haline gelmiştir. Tüm bu alanların gündelik dilde izi sürülen anlamalar, anlaşmalar, anlatmalar vb. edimler için birşeyler söyleyebileceğini ya da yapabileceğini varsayabiliriz. Ancak bu varsayım gündelik dilin mantığıyla ya da mantıksızlıklarıyla doğrudan başedebilecek bir anlama yetisi kazanmanın kolay bir yolu olduğu anlamına gelmez. Modern mantık matematikseldir ve gündelik dilde bir kolaylık sağlamaz; aksine işleri olduğundan da karmaşık hale getirir.
Son 13 yıl içinde yazdıklarım içinden seçip derlediğim bu dosyada farklı amaçlarla yazılıp bütünsel bir anlatı oluşturmak arzusuyla bir araya getirilmiş yazılar var. İçindeki yazıların başlıkları sırasıyla şöyle: 1. Maddesiz ama manalı ufuklar; 2. Wittgenstein'ın ölümsüz dünyasında kim öle, kim kala?; 3. Hilbert izlencesinin izinde; 4. Adcılık adına yeni bulgular; 5. Doğa ile oynanan oyunlarda hakikat arayışı; 6. Hakikat-sonrası hakikat araştırmaları; 7. Ekolojik bir etik arayışı: hakikat-sonrası, yalan, dolan; peki ya daha sonrası? Söz konusu yazılarla arzulanan bütünsel anlatıya göre bu (...) çalışma zihin-beden ikiliği, özdeşleştirme dizgeleri, adcılık, kamusal akıl yürütme ve çevre etiği gibi konularda felsefece değinilerden oluşan bir doğa felsefesine giriş denemesi olarak değerlendirilebilir. (shrink)
Bu kısa yazıda, Wittgenstein'ın felsefesinin gerçekçiliğinden söz açıp konuyu başlıktaki yirmi birinci yüzyıl vurgusuna bağlamaya çalışacağım. Tabii bunu Wittgenstein'ın düşüncelerinin gelişimini özetleyerek yapmaya çalışacağım.
Kimi zaman akademik hayatımızı doğrudan etkileyen kararların kimler tarafından nerede ve nasıl alındığını bilemeyebiliriz. Kimi zaman da bilsek bile bu akademik toplumun şeffaf olduğu anlamına gelmeyebilir. Doktora sonrası yurda dönmeden önce, tezimi okuyan hocalarımdan “Orada seni anlayan birilerini bulabilecek misin?” gibi bir soru gelmişti. Sorunun doğru yanıtının ne olduğundan emin değildim; hala da değilim.
Verili bir durumu anlamayı, onu bir bütün olarak kurgulamak olarak düşünelim. Kurgu basit bir gösterge de olabilir, karmaşık bir yapı da olabilir; belli belirsiz bir iz veya izler toplamı da olabilir. Kurgunun işlevini yerine getirmesini sağlayan gerek ve yeter koşul verili olan durum ile kendi yapısı arasında bir karşılaştırma olanağını sağlamasıdır. Nitekim, en bilindik anlamda bir durumu kurgulamak onu bir başka durumla karşılaştırmaktır. Bu yüzden de karşılaştırma yapmayı anlama yetimiz için ön dayanak olan bir alt-yeti olarak tanımlayabiliriz. Bu alt-yetinin edimsel (...) doğasına ilişkin bazı sorulara yanıt aramak istersek, karşılaştırma dediğimiz edimin doğal koşullarını incelememiz gerekir. Bu bildiride karşılaştırma ediminin doğal koşullarını betimlemeyi amaçlayan bir çerçeve çizmeye ve böylelikle anlama yetimizin ön dayanaklarının edimsel doğasını uygun bir biçimde nasıl yorumlayabileceğimiz sorusuna yanıt vermeye çalışacağım. (shrink)
Mantık tarihi ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından bu yana matematiğin temelleriyle ilgili soruların yanıtlanmasına sahne olmuştur. Bugün tarihsel gelişiminin bir sonucu olarak mantık bilgisayar kullanımı aracılığıyla yaşam ile etkileşmektedir. Bu yazıda söz konusu etkileşimin geleceğine ilişkin bilgisel ufukların geçmişte hangi soruları yanıtlamak amacıyla belirlendiği çok kısaca özetlenmektedir.
................English....................... The purpose of this study is to reveal university students’ perceptions regarding Holy Qur’an through metaphors. The survey group of study consists of 194 participants who were studying in Theology Department and Social Service Department at Gümüşhane University in the 2014-2015 academic terms. Both quantitative and qualitative methods are used together. The study’s data was collected through a form with the phrase “The Holy Qur’an is similar/like…, because...” and some demographical variables. The Content Analysis Technique was used to interpret (...) data. Results of this study determined that 44 different metaphors regarding Holy Qur’an were given by participants. Theme of these metaphors were compiled as 9 categories consisting of directional, life source, explanatory, key, protective, curative, instructive, speech, and other categories. Top metaphors are in the directional, life source and explanatory categories. Key words are metaphor, perception, The Qur’an perception, religious concepts, and religious symbols. Getting data through comprehensive and in-dept analysis can help to have information about concepts of holy books in the human mind. The purpose of this study is to pick out perceptions of university students with regard to the Holy Qur’an through metaphors. For this reason, these questions are searched by researchers: 1) What are the metaphors which used by university students on description of perceptions regarding the Holy Qur’an? 2) How are the metaphors regarding the Holy Qur’an categorized in terms of common characteristics which produced by university students? 3) Are there any links between socio-demographic variables and composed metaphoric categories? One of the qualitative data collection technics, data collecting through metaphors method is used, and is asked open-ended question in the study. Picking up similarities and diversities under thematic topics is quite easy in the method. Therefore, this method has a functional feature in the sociology, psychology and anthropology, and it gives a wealthy and qualified image about matter, phenomenon, event and situation (Yıldırım & Şimşek 2005, 212). The target population of the study consists of students who were taking education at Gümüşhane University. Easily accessible and availability principles pursued in the sample choosing. In the distribution of participants according to the demographical features, females have 61.9 percent (n:120) and males have 38.1 percent (n:74) in terms of gender. Students who graduated from religious vocational high school is 61.3 percent (n:119), and others who from other high schools is 38.7 percent (n:75) in terms of graduated from different high schools. Students in theology department have 68.0 percent (n:132), and students who were educated in the social service department have 32.0 percent (n:62). Research data is gathered through survey form includes “The Holy Qur’an is like/similar to…, because…” sentence and demographical variabilities. Data, gathered from 194 survey forms, is transferred to the Excel and the SPSS program. In an attempt to reliability of study, gathered metaphors is examined by four area expert. Frequencies (f) and percentages (%) is taken into consideration in the process of replacing metaphors to the tables. Data analysis technique is used on the getting relationships and explaining gathered data, while content analysis technique is used on the interpreting of data. The SPSS program is used in the analysis of quantitative data. Obtained data from the surveys and composed categories is associated with descriptive statements in the verses of the Holy Qur’an. In the composed categories demonstrate distribution of produced 44 different metaphors with regard to the Holy Qur’an as 9 categories. According to this, the sample is represented in the categories as 64.4 % (f:125) is in the ‘directional’, 11.3 % (f:22) is in the ‘life source’, 7.7 % (f:15) is in the ‘explanatory’, 3.1 % (f:6) is in the ‘key’, 3.1 % (f:6) is in the ‘protective’, 2.1 % (f:4) is in the ‘curative’, 2.1 % (f:4) is in the ‘instructive’, 2.1 % (f:4) is in the ‘speech’ and 4.1 % (f:8) is in the ‘other’ categories. Distributions of composed categories are represented according to common characteristics as frequencies and percentages in the next tables. In the distribution of produced metaphors in the ‘directional’ category, university students produced 7 different metaphors (f:125). Frequencies of produced metaphors in the category are such that: guide (f:41), advisor (f:25), mentor (f:19), compass (f:16), road map (f:8), route (f:3) and other (f:13). According to the result, it is understood that aspects of guide, advisor, mentor and compass stood mostly out in the category. In the ‘life source’ category, 6 different metaphors (f:22) is developed by participants. Developed metaphors’ frequencies in the category are the following: life (f:4), lifeblood (f:4), weather (f:2), water (f:2), inheritance (f:2) and others (f:7). So, life and lifeblood aspects stood mostly out in the category. In the ‘explanatory’ category, 5 different metaphor (f:15) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: light (f:5), sun (f:3), flashlight (f:2), torch (f:2) and other (f:3). According to the result, it is understood that aspects of light and sun stood mostly out in the category In the ‘protective’ category, 5 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: saver (f:2), lifeguard (f:1), hereafter-saving (f:1), escapeway (f:1) and branch to catch (f:1). According to the result, it is understood that aspect of saver stood mostly out in the category. In the ‘instructive’ category, 4 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: reference book (f:1), dictionary (f:1), priceless book (f:1) and life encyclopedia (f:1). In the ‘speech’ category, it is seen that 4 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: divine message (f:1), speaking truth (f:1), Allah’s dialogue with us (f:1) and final word (f:1). In the ‘key’ category, 3 different metaphors (f:6) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: a key (f:4), the key of heaven (f:1) and the key of salvation (f:1). In the ‘curative’ category, 2 different metaphors (f:4) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: a pill (f:3) and doctor (f:1). In the ‘others’ category, 8 different metaphors (f:8) is developed by participants. Frequencies of produced metaphors in the category are such that: world (f:1), the friend of lonely passenger (f:1), the tree with fruit (f:1), hereafter (f:1), priceless treasure (f:1), miracle (f:1), philosophy (f:1) and mirror (f:1). Participants composed of 44 different metaphors regarding the Holy Qur’an. The metaphors were summed up in the 9 categories as ‘directional’, ‘life source’, ‘explanatory’, ‘key’, ‘protective’, ‘curative’, ‘instructive’, ‘speech’ and ‘other’ To results of the study; guide, advisor, mentor and compass aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘directional’ category, when life and lifeblood aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘life source’ category. Light and sunny aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘explanatory’ category, while saver aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘protective’ category. Instructive aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘instructive’ category. Speech aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘speech’ category, while key aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘key’ category. Moreover, pill aspect of the Qur’an came into prominence at most in the ‘curative’ category. Whatsoever world, friend of single traveler, tree with fruit, hereafter, priceless treasure, miracle, philosophy and mirror aspects of the Qur’an came into prominence at most in the ‘other’ category. It is inferred that significant relationships between demographic variables and metaphor categories. In terms of major variable; theology students were composed of more metaphor in the ‘explanatory’ and ‘instructive’ categories, while social service students were composed of more metaphor in the ‘life source’ category. In terms of gender variable; females composed of more metaphor in the ‘curative’ and ‘other’ categories, while males composed of more metaphor in the ‘directional category. In terms of graduating high school variable, students who graduated from religious vocational high school composed of more metaphor in the ‘key’ and ‘speech’ categories, when students who graduated from other high school composed of more metaphor in the ‘directional’ category. Whatsoever, in terms of having the Qur’an education in their life status variable, had the Qur’an education in their life students composed of more metaphor in the ‘curative’ and ‘other’ categories, while other group composed of more metaphor in the ‘directional’. Moreover, in terms of perception of subjective religiousness, students who think themselves are ‘religious’ composed of more metaphor in the ‘key’ and ‘other’ categories, while students who think themselves are ‘less religious’ composed of more metaphor in the ‘explanatory’ category. In terms of perception of family religiousness, students who think own family ‘less religious’ composed of more metaphor in the ‘directional’ and ‘life source’ categories, when students who think own family ‘religious’ composed of more metaphor in the ‘key’ category. It can be suggested by the results of this study; perception of the Qur’an can be studied with the different study techniques, or it can be studied in the different research groups with the same technique. Muslims’ perceptions regarding the Holy Qur’an can be examined with intercultural comparative studies. Perceptions regarding the Holy Qur’an can be researched through interviews. Members’ perception regarding holy book that have different religious faith can be comparatively examined. Individuals’ perceptions regarding different religious concepts can be studied through metaphors. .................. Turkish...................Bu araştırmanın amacı üniversite öğrencilerinin Kur’an-ı Kerim’e ilişkin algılarını metaforlar aracılığıyla ortaya çıkarmaktır. Araştırmanın çalışma grubunu, 2014-2015 eğitim öğretim yılında Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Sosyal Hizmetler bölümünde öğrenim gören 194 katılımcı oluşturmaktadır. Araştırmada nitel ve nicel yöntemler birlikte kullanılmıştır. Araştırma verileri, “Kur’an-ı Kerim……gibidir, çünkü……” cümlesini ve demografik değişkenleri içeren bir form aracılığıyla toplanmıştır. Verilerin analizi ve yorumlanmasında içerik analizi tekniği kullanılmıştır. Araştırmada Kur’an’a ilişkin 44 farklı metafor geliştirildiği tespit edilmiştir. Bu metaforlardan ‘yönlendirici’, ‘yaşam kaynağı’, ‘açıklayıcı’, ‘anahtar’, ‘koruyucu’, ‘öğretici’, ‘derman’, ‘kelam’ ve ‘diğer’ olmak üzere 9 farklı kategori oluşturulmuştur. Üretilen metaforların ‘yönlendirici’, ‘yaşam kaynağı’ ve ‘açıklayıcı’ kategorilerinde yoğunlaştığı görülmüştür. Demografik değişkenler ile metafor kategorileri arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak araştırmanın ikincil amaçlarındandır ve bu yönüyle sonuçlar değerlendirildiğinde değişkenler ile kategoriler arasında anlamlı ilişkiler olduğu tespit edilmiştir. Demografik değişkenler ile kategori ilişkisinde fakülte değişkeni açısından ilahiyat öğrencileri ‘açıklayıcı’ ve ‘öğretici’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken sosyal hizmet öğrencileri ‘yaşam kaynağı’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Cinsiyet değişkeni açısından ise kız öğrenciler ‘derman’ ve ‘diğer’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken erkek öğrenciler ‘yönlendirici’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Lise mezuniyeti açısından bakıldığında da İHL’den mezun olanlar ‘anahtar’ ve ‘kelam’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken diğer lise mezunları ‘yönlendirici’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Kur’an Kursu eğitimi alma değişkeni açısından ise Kur’an kursu eğitimi alanlar ‘derman’ ve ‘diğer’ kategorilerinde daha fazla metafor üretirken Kur’an Kursu eğitimi almayanlar ‘yönlendirici’ kategorisinde daha fazla metafor üretmiştir. Ayrıca öznel dindarlık ve aile dindarlık algılarıyla metafor kategorileri arasında da anlamlı ilişkiler elde edilmiştir. (shrink)
Bu kitapta, Ebû İshâk es-Saffâr’ın (öl. 534/1139) kelâmî görüşleri, Telḫîṣü’l-edille li-ḳavâʿidi’t-tevḥîd adlı eserinde Allah’ın isimlerinin anlamlarını açıklarken yaptığı yorumlar çerçevesinde ele alınmaktadır. Ebû İshâk es-Saffâr, 6./12. yüzyıl Hanefî-Mâtürîdî âlimlerinden biridir. Kelâma dair Telḫîṣü’l-edille eserinde esmâ-i hüsnâ konusuna ayrıntılı olarak yer vermektedir. İki cilt hâlinde yayımlanan bu eserin yaklaşık üçte birlik bir kısmını esmâ-i hüsnâ konusu oluşturmaktadır. Bu kısım incelendiğinde, Saffâr’ın Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatları ile ilgili konular başta olmak üzere pek çok konuyu 175 esmâ-i hüsnâya dayanarak izah ettiği görülmektedir. (...) O, esmâ-i hüsnâ bölümünde yer vermediği bazı isimlere ise müstakil başlıklar altında değinmektedir. Örneğin el-Mütekkelim ismi kelâm sıfatını bağlamında ve halku’l-Kur’ân ile icâz’ul-Kur’ân gibi konularla ilişkili bir şekilde ele almaktadır. Bu isimler de listeye dahil edildiğinde sayı 178’e ulaşmaktadır. Bu durumda eserin yarısını esmâ-i hüsnâ konusu teşkil etmektedir. -/- Saffâr, esmâ-i hüsnâ bölümünde alfabetik bir sıra içerisinde ele aldığı ilâhî isimleri öncelikle lugavî (semantik) yönden izah etmektedir. Sonrasında ise değerlendirdiği ilahî ismi, bir kelâm konusu ile bağlantı kurarak kelâmî perspektifle açıklamaktadır Esmâ-i hüsnâ temelinde ele alınan konuların hilâfet meselesi hariç diğer kelâm bahislerini kapsadığı görülmektedir. Saffâr öncesi Hanefî-Mâtürîdî kelâm literatürü içinde esmâ-i hüsnânın bu kadar kapsamlı ele alındığı başka bir eser bilinmemektedir. -/- Bu kitap; üç ana bölümden oluşmaktadır. “Metodolojik Çerçeve” başlıklı giriş bölümünde çalışmanın konusu, önemi, amacı, yöntemi ve kaynakları hakkında bilgi verilmiştir. Birinci bölümde Saffâr’ın yaşadığı sosyokültürel çevre olan Mâverâünnehir bölgesi ile Buhara ve Merv şehirlerinin siyasî, sosyal ve dinî durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde esmâ-i hüsna konusunun anlaşılmasına temel oluşturan isim, tesmiye, müsemmâ, sıfat ve vasf gibi kavramlar ile esmâ-i hüsnânın sayısı ve ihsâsı gibi kelâmî tartışmalara değinilmiştir. Sonrasında Saffâr öncesi dönemde kaleme alınan esmâ-i hüsnâ litaratürü hakkında bilgi verilmiştir. Bölüm sonuna Saffâr’ın rivayet ettiği 178 ilahî isme dair ayrıntılı bir tablo eklenmiştir. Üçüncü bölümde öncelikle, Saffâr’ın esmâ-i hüsnâyı izah ederken dikkate aldığı kelâmî ilkeler tespit edilmeye çalışılmıştır. Sonrasında ise Saffâr’ın Telḫîṣü’l-edille’de ilâhî isimleri açıklarken ortaya koyduğu kelâmî görüş ve değerlendirmeler belirlenerek sistematik bir şekilde kategorize edilmiştir. Bu kapsamda ele alınan her konunun sonuna ilgili ilâhî isimleri ve bağlantılı olduğu tartışmaları içeren tablolar eklenmiştir. Sonuç bölümünde ise Saffâr’ın esmâ-i hüsnâ anlayışına dayanan kelâm yöntemine dair ulaştığımız sonuçlara yer verilmiştir. Bu kitapta onun, esmâ-i hüsnânın %75’inde kelâmî yorumlarda bulunduğu ve bilgi-varlık bahsinden âhiret hayatına kadar bütün kelâm konularını esmâ-i hüsnâ ile bağlantılı yorumladığı tespit edilmiştir. Ulaşılan bu sonuçlar, Saffâr’ın kelâm anlayışının ilâhî isimlerin yorumuna dayandığını ortaya koymaktadır. [his book discusses the theological views of Abū Isḥāq al-Ṣaffār d. 534/1139), within the framework of his comments on the meanings of Allah’s names, provided in his work titled Talkhīṣ al-adilla. Abū Isḥāq al-Ṣaffār is one of the Ḥanafite-Māturīdite scholars in the 6th/12th century. In his work titled Talkhīṣ al-adilla li-qawāʿid al-tawḥīd on kalām, he spared extensive space for al-asmāʾ al-husnā. Approximately one third of this work, published in two volumes, is devoted to al-asmāʾ al-husnā. An examination of the related section reveals that al-Ṣaffār explains many issues, particularly those related to the existence, unity and attributes of Allah, based on 175 al-asmāʾ al-husnā. He mentions some of the names that he does not include in the al-asmāʾ al-husnā section under separate headings. For example, the name al-Mutakallim is addressed within the context of the attribute of kalām and in relation to subjects, such as the khalq al-Qurʾān and i‘jaz al-Qurʾān. Upon the addition of these names to the list, the number names reaches 178. This means that half of the work deals with the subject of al-asmāʾ al-husnā. -/- al-Ṣaffār lists the divine names in alphabetical order and explains them semantically in the chapter of al-asmāʾ al-husnā. Then he goes on to clarify each divine name through a theological lens with a specific reference to the subject of kalām. In the pre-Saffar Ḥanafite-Māturīdite theological literature, there is no other work that addresses al-asmāʾ al-husnā in such an extensive way. -/- This book consists of three main sections. The first section titled “Methodological Framework”, elaborates on the focus, significance, purpose and method of the study, along with the sources used. The first part describes the political, social and religious status of Transoxiana (Mā-warāʾ al-Nahr) region and the cities of Bukhara and Marw, the sociocultural environment in which Saffar lived. The second chapter addresses various concepts, which promote the understanding of al-asmāʾ al-husnā, such as name, tasmiya, musammā, attribute and qualification in addition to the theological debates such as the number and iḥṣāʾ of al-asmāʾ al-husnā. Then, it provides information about the al-asmāʾ al-husnā literature produced in the pre- Ṣaffār period. The end of each chapter comes with a detailed table with the 178 divine names mentioned by al-Ṣaffār. In the third chapter, the author initially discusses the theological principles that al-Ṣaffār considered while explaining the essence of al-asmāʾ al-husnā. This section also determines and systematically categorizes the theological views and evaluations put forward by al-Ṣaffār while explaining the divine names in Talkhīṣ al-adilla. The tables with the divine names and the related discussions can be seen at the end of the discussion for each subject. The last section presents the conclusions reached, regarding the kalām method based on al-Ṣaffār’s understanding of the essence of al-asmāʾ al-husnā. The present study revealed that he made theological interpretations in 75% of the al-asmāʾ al-husnā and interpreted all theological issues ranging from the subjects of knowledge and existence to the Afterlife in connection with the al-asmāʾ al-husnā. These results indicate that al-Ṣaffār's understanding of kalām is based on the interpretation of the divine names.]. (shrink)
Özet: Bu metindeki amacım Kripke’nin kurgu çözümlemesinde özel adlar ve adımsılar (pretended name) arasındaki ilişkiyi ele almak. Kripke için özel adlar değişmez imleyicilerdir (rigid designator), yani tek bir varlığı/şeyi var olduğu tüm olanaklı dünyalarda biricik belirlerler. Adımsılar ise kurgusal söylemde ortaya çıkan kurgunun taslamasının bir parçasıdır; yani kurgu dünyadaki karakterlerin adlarıdır. Kripke’ye göre adımsılar sadece gerçek adları taklit eden fakat taklit ve benzerlik ilişkisinden öte bir ilişkileri olmayan, adlardan kategorik olarak farklı şeylerdir. Fakat Kripke için adlar ve adımsılar kategorik olarak (...) farklı olsalar da bu iki dilsel birim birbirlerini belirler gibi gözükür. Yani “Sherlock Holmes” özel adı, “Sherlock Holmes” özel adımsısı ile eşseslidir fakat bunun gerekçesi yeterince açık değildir. Bu açık olmama durumu kurgusal karakter adlandırma önermelerinin adlandırıcı açısından a priori ve olumsal mı olduğu yoksa a posteriori ve zorunlu mu olduğu sorusuyla ilişkilidir. Böylelikle bu belirleme ilişkisi ya zorunlu ya da olumsal bir ilişkidir. Ben bu belirleme ilişkisinin olumsal olduğunu savunacağım. Fakat bu belirleme ilişkisi olumsal olsa da ad ve adımsı arasında eşseslilik açısından sıkı bir ilişki olmaya devam eder. Ben bu sıkı ilişkinin genellikle kendiliğinden bir ilişki olduğunu, kurgu karakterin önce adı olabileceği gibi ilişkilendiği adımsısı da olabileceğini ve bu ayrım yeterince düşünülmediği için genellikle ad ve adımsının eşseslilik açısından çakıştığını savunacağım. Fakat ilişkilendiği adımsı ve özel adı eşsesli olmayan karakterler de olabileceğini ileri süreceğim. Son olarak ise bu dediklerimizden adımsıların geçtiği betimlemeler üretebileceğimizi ve bunlar yoluyla da kurgu varlıklara değişen imleyiciler olarak gönderimde bulunabileceğimizi savunacağım. Abstract: My purpose in the article is to explore the relation between proper names and pretended names in Kripke’s analysis of fiction. According to Kripke, proper names are rigid designators, so they designate the same object in all possible worlds in which that object exists. In contrast, pretended names are part of the pretense in fiction; they are names of fictional entities in fictional worlds. For Kripke, pretended names just pretend real names but there is no further relation apart from a similarity between them. Although in his view, names and pretended names are categorically different from each other, they seem to determine each other. That is, the proper name “Sherlock Holmes” and the pretended name “Sherlock Holmes” are homophones. However, the reason for their being homophone is not clear enough in this view. That unclarity concerns the question of whether the propositions that are used to name fictional entities are a priori contingent or a posteriori necessary. Thus, the relation of determining is either necessary or contingent. I will defend that it is contingent. However, though it is contingent, names and pretended names have a strict relation in the sense of being homophone. I will argue that this strict relation is generally a spontaneous relation; there are two possibilities: fictional entities have names before the associated pretended names come to existence or vice versa. I think names and pretended names generally coincide because this relation is not being thought thoroughly. Finally, I will defend that we can produce descriptions in which pretended names occur and we can refer to fictional entities non-rigidly via these descriptions. (shrink)
Paul Goodman, 1960’larda modern Amerikan toplumunun organize sistemi içerisinde dönemin gençliğinin sorunlarını ön plana çıkaran ‘Growing Up Absurd: Problems of Youth in the Organized System’ (Saçmayı Büyütmek: Organize Sistemde Gençliğin Problemleri, 1960) eseri ile sosyal bir eleştirmen olarak ön plana çıkmıştır. Amerikalı bir düşünür olan Paul Goodman’ın kısa öyküler, romanlar, şiirler ve makalelerden oluşan çalışmaları, siyaset, sosyal teori, eğitim, kentsel tasarım, edebi eleştiri, hatta psikoterapi gibi geniş bir yelpazeye dağılmıştır. Onun temel argümanı (1960: 9-10) tek bir merkez etrafında örgütlenen teknoloji (...) toplumunun başarısızlıklarını eleştirerek, mevcut düzenin insanın doğasına uygun bir biçimde yeniden inşasını vurgulamaktadır. Goodman’ın yeniden inşa süreci içerisinde insan doğasına önem veren faaliyete dayalı anarşist ideolojisi, sorumluluk duygusunun homojen bir şekilde bireyler arasında paylaşılması gerektiğini vurgular. Goodman merkeziyetçi olmayan siyaset anlayışı ile kendisini Amerikan siyasetinin ve kültürünün karşısında yer alan bir pozisyonda konumlandırmaktadır (Honeywell, 2011: 1). Diğer bir deyişle Goodman (1960: 36), anarşist geleneği formüle etmek amacıyla yirminci yüzyıl Amerikası’nın içinde bulunmuş olduğu mevcut durumdan yola çıkarak eleştirilerini ademi merkeziyetçilik, katılımcı demokrasi, özerk toplum temaları üzerine temellendirmiştir. -/- Goodman’a göre, sosyal, kültürel, ahlâk ve eğitim gibi alanlarda uygulanan kurallar günümüz devletlerini etkisi altına alan kapitalist düzen tarafından belirlenmektedir (Bakır, 2016: 110). Bu durum Goodman’ın da içerisinde bulunduğu anarşist düşünürler tarafından kabul edilebilecek bir husus değildir, çünkü anarşistler mevcut düzenin ve sosyal yaşamın otorite ve itaat yapılarıyla güçlendirilen belirli yaklaşımlar ile kontrol altına alınmasını, insanların fikirlerini özgürce ifade edemeyeceği, bir nevi entelektüel bir hapishane içerisinde yaşaması anlamına geleceğinden dolayı karşı çıkmaktadırlar (Sheean, 2003: 122). Aynı nedenlerden dolayı Goodman, modern liberalizm ve Marksizm gibi alternatif radikal ideolojileri yerinden yönetim düşüncesi ve sosyal mühendislik konusundaki eğilimleri dolayısıyla reddetmektedir. Goodman için anarşizm, özgürlük ve toplumsal değişime yeterli düzeyde arka çıkabilecek tek ideolojik çerçeve olarak görülmektedir. Ona göre (2010: 143), “anarşizm ya da daha iyisi, anarko-pasifizm (toplumsal değişim hareketleri içerisinde örgütlü şiddete ve kurumlara karşı çıkan anarşist anlayış) günümüzün gelişmiş toplumlarının bürokrasilerini, karar verme konusunda aşırı merkezîleşmelerini ve sosyal mühendislik gibi problematik durumlarını ve tehlikelerini tutarlı bir şekilde öngörmüştür”. -/- Siyaset, sosyoloji ve felsefe gibi çeşitli alanlar içerisinde etkili olan anarşist kuramlar, radikal bir söylem olarak eğitimcileri ve araştırmacıları yeni öğretilere ve uygulamalara teşvik etme konusunda itici bir güç oluşturabilmektedirler. Anarşist yaklaşımlardan eğitim kuramı ve araştırmalara yönelik daha belirleyici bir rol alması beklenmektedir, ancak bu yaklaşımlar mevcut radikal akademik görüşü büyük ölçüde etkisi altına alan Marksizm’in eğitim alanında göstermiş olduğu aynı etkiyi gösterememiştir. Anarşist düşünceleri eğitim alanı içerisinde daha etkili ve görünür kılabilmek amacıyla Paul Goodman, Francisco Ferrer ve Alexander Neill’ın ileri sürmüş olduğu çeşitli düşünceler, girişimler ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda Goodman’ın anarşizme ilişkin düşünceleri ile bu çalışma sıkı bir anarşizm tahlili, eleştirisi ve felsefesinden öte anarşist anlayışın eğitimdeki uygulanabilirliğine yönelik bir soruşturma içerisine girmekte ve anarşist yaklaşımın mevcut eğitim sistemlerinden hangi yönleriyle farklılaştığını, sonucunda etkili bir eğitim anlayışı ortaya koyup koyamadığını tartışmaktadır. (shrink)
Ölümcül Hastalık Umutsuzluk adlı eserinde umutsuzluğu, ben’in bir hastalığı ve kendine yönelen bir ilişkinin sonucu olarak ele alan Danimarkalı filozof Søren Aabye Kierkegaard, bu hastalığın kişide üç farklı şekilde görülebileceğini öne sürmüştür: “(a) bir ben’i olduğunun farkında olmayan umutsuz kişi, (b) kendisi olmak isteyen umutsuz kişi ve (c) kendisi olmak istemeyen umutsuz kişi.” Kierkegaard’a göre kendi ben’ininden kurtulmak isteyen kişi, “olmak istediği ben” hâline gelemediği için olduğu ben’ine katlanamamakta ve bu nedenle umutsuzluk yaşamaktadır. Bu çalışma kapsamında Kierkegaard’ın benlik ve umutsuzluk (...) ilişkisi üzerine yaptığı bu tespitin, sosyal psikoloji alanının önde gelen araştırmacılarından biri olan Edward Tory Higgins’ın Benlik Uyuşmazlıkları Kuramı üzerinden okunabileceği öngörülmektedir. Higgins, geliştirdiği kuramda çoklu bir benlik ayrımına gitmekte ve benliği gerçek benlik, ideal benlik ve olması gereken benlik olmak üzere üç alana ayırmaktadır. Bu ayrıma göre gerçek benlik, kişinin sahip olduğunu düşündüğü özelliklerin; ideal benlik, kişinin kendisi olmak için idealde sahip olmayı arzu ettiği özelliklerin; olması gereken benlik ise kişinin taşımak zorunda olduğunu düşündüğü özelliklerin bir bütününü temsil etmektedir. Söz konusu özellikler, kişinin kendi kişisel bakış açısına dayalı olabileceği gibi başkalarının bakış açısından da kaynaklanabilmektedir. Higgins’a göre ikili benlik durumları arasındaki uyuşmazlık (örneğin gerçek benlik-ideal benlik ya da gerçek benlik-olması gereken benlik) kişide, kendi beklentilerini ya da başkalarının beklentilerini karşılamada yetersiz kaldığı yönünde negatif duyuşlar yaratmaktadır. Bu duyuşlar arasında depresyonun bir parçası olan umutsuzluk da yer almaktadır. Şimdiki çalışma Kierkegaard’ın tasvir ettiği “olmak istediği ben hâline gelemediği için olduğu ben’ine katlanamayıp umutsuzluğa yakalanan” kişinin içinde bulunduğu durumu, Higgins’ın öne sürdüğü “gerçek benlik-ideal benlik uyuşmazlığının depresyonla (dolayısıyla umutsuzlukla) ilişkili olabileceği” argümanıyla ilişkili bir biçimde ele almayı ve bu yolla benlik ve umutsuzluk ilişkisini felsefe ve psikoloji disiplinlerinin kesişiminde incelemeyi amaçlamaktadır. (shrink)
Bilimi ve bilimsel bilgiyi kültür, değer ve öznel yargılardan izole ederek nesnel bir şekilde ortaya koyabilmeye yönelik hararetli tartışmaların yaşandığı yirminci yüzyıl bilim anlayışının temel gayesi, deney ve gözleme tabi olabilecek fiziki dünyadaki olguları, mantıksal çözümlemeye tabi tutarak birleştirilmiş bilime ulaşmaktır. Bu amaca giden yolda olgulara dayanmayan ve sınanamayan her türlü metafizik öge yok sayılır. Bilimsel bilginin sadece deney ve gözleme tabi olana, diğer bir deyişle olgu verilerine dayandığı iddiasını taşıyan bu düşünce sistemi, özellikle Viyana Çevresi üyeleri tarafından benimsenmiştir. Bu (...) bakımdan Çevre üyelerinin bilimsellik anlayışındaki temel ölçüt olgulara dayanan önermelerin ya da yargıların doğrulanabilmesidir. Bilimsel bilginin sadece olgusal dünyanın gözlemlenmesi ve bu gözlem sonucunda ortaya konulan önermelerin ya da ifadelerin doğrulanmasıyla sağlandığını düşünen Çevre üyelerinin bu savlarındaki amacı bilimi ve onun bilgisini her türlü kültür ve değer alanından uzaklaştırarak metafiziksel unsurlardan arındırılmış nesnel bilgiye ulaşmaktır. Çevre üyelerinin birçoğu bilim alanı içerisinde tartışmaya yol açan meselelerin aslında metafiziksel içerikli ve dolayısıyla bunların görünüşte problemler olduğunu belirterek bu tartışmaların bilimsel bilginin gelişimi önünde bir engel oluşturacağı kanaatindedir (Hızır, 1965, s. 254). Söz gelimi, Carnap’a göre, metafizik ögeler olgusal içeriğe sahip olmadığı ve sınanabilir nitelikte olmadıkları için bilim alanı içerisinde değerlendirilemez. Bu nedenle, metafizik ögeler hem doğrulanması mümkün olmadığı hem de dilin mantıksal dizimine genellikle uymadığı gerekçesiyle anlamsızdır (Öztürk, 2011, s. 155). Bu bakımdan Çevre üyelerine göre, olgulara dayanmayan ve bilimde yanılsamalara yol açan metafizik söylemler bilimden ayıklanmalı ve bilimsel bilgi ancak olgu ve deneye dayanan önermeler üzerinden yürütülmelidir. Öte yandan Çevre düşünürleri mantıksal çözümleme yoluyla olgulara dayanan önermelerin metafiziksel unsurlar içeren önermelerden ayırt edilebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda metafizik önermeleri, metafizik olmayan önermelerden ayırt edecek ölçütün doğrulanabilirlik olduğunu savunurlar. Çevre üyelerinin bu tutumları bir bakıma bilim ve sözde bilim arasında ayrım yapma ve metafiziği bilimin dışında tutma çabası olarak da değerlendirilebilir (Kabadayı, 2011, s. 39-40). Yirminci yüzyıl bilim anlayışında bilimsel etkinlikte gözlemin ve gözlemi yürüten bilim insanlarının dolaysız öznel duyu verileriyle ilişkili olduğu bu nedenle gözlem verilerinin psikolojizmin etkisinde olduğu fikri ortaya atılır. Başta Neurath olmak üzere dönemin bilim felsefecileri bilimsel bilginin kültür, değer ve psikoloji gibi öznel unsurlardan uzaklaştığı sürece değerli olduğu kanısında olduğu için bu fikre karşı çıkmaktadır (Gillies, 2018, s. 123). Görüldüğü üzere, Çevre üyelerinin temel amacı metafizik önermelerden arındırılmış, olgulara dayanan bir bilime ulaşmaktır. Bu amacın gerçekleşmesine olanak sağlayacak yöntem ise mantıksal çözümlemedir. Bu bağlamda Çevre üyeleri olgulara dayanan ve doğrulanabilen önermelerin, söz dizimi (sentaks) ve anlamsal (semantik) açıdan incelemeye tabi tutulması gerektiğini düşünmektedir (Yardımcı, 2018, s. 13-15). Özellikle Carnap (1935, s. 9-10) doğrulamanın ancak öne sürülen önermenin mantıksal analize tabi tutularak yapılması gerektiğini iddia etmiştir (Irzık, 1962, s. 65). Bununla birlikte, felsefenin işlevi, önermeleri mantıksal analize tabi tutarak yalın hale getirmektir. İşte felsefenin bu yönü Neurath’da bilimin birliği, Carnap’ta ise bilimin sentaksı, yani bilimin mantığı üzerine çalışma anlamına gelir (Hızır, 1965, s. 252). Bilimi, bilim olmayandan ayırma yöntemi olarak kullanılan doğrulama işlemi, teorik bir söylem ve gözlem önermesi arasında yapılan bir işlem olması bakımından mantıksal ve dilsel bir özellik taşır. Buradaki temel sorun ise teorik bir önermenin gözlem önermelerine indirgenebilir nitelikte olması ve gözlem önermelerinin, gözlem ile nasıl ilişki kurduğunu saptamaktır. İşte Viyana Çevresi üyeleri bu ilişkinin protokol önermeleri ile kurulduğu kanaatindedir (Ural, 2012, s. 105-107) çünkü onlara göre; öznelerarası bir bilimin sağlanması için yansız ve anlam karmaşasından arındırılmış bir dil gereklidir (Serin, 2015, s. 55). Bu dil de ancak protokol önermeler aracılığıyla kurulabilir. Bu bağlamda Çevre üyelerinin, metafiziksel ifadeler barındıran önermelerin anlamsızlığı ve bilimleri ortak bir paydada birleştiren fiziksel bir dil oluşturma olmak üzere iki temel hedefinin olduğu söylenebilir (Godfrey-Smith, 2003, s. 25; Salgar, 2012, s. 187). (shrink)
Thomas Elsaesser’s recent scholarship has examined the “mind-game film”, a phenomenon in Hollywood that is broadly characterised by multi-platform storytelling, paratextual narrative feedback loops, nonlinear storytelling, and unreliable character perspectives. While “mind-game” or “puzzle” films have become a contentious subject amongst post-cinema scholars concerned with Hollywood storytelling, what is to be said of contemporary European independent cinema? Elsaesser’s timely publication, European Cinema and Continental Philosophy, examines an amalgam of politically inclined European auteurs to resolve this query. Elsaesser concedes that there (...) exists a phenomenological confluence between the mind-game film and contemporary European cinema. For instance, both produce characters afflicted by productive pathologies, designating new socially useful forms of agency and identity. One only needs to consult the amnesiac protagonist M (Markku Peltola) in Aki Kaurismäki’s The Man Without a Past (Mies vailla menneisyyttä, 2002) or, as regards Lars von Trier’s cinema, Beth (Emily Watson) in Breaking the Waves (1996), Selma (Björk) in Dancer in the Dark (2000), “She” (Charlotte Gainsbourg) in Antichrist (2009) or Joe (Charlotte Gainsbourg) in Nymphomaniac (2013) to evince this overlap. However, this book is more concerned with performative self-contradictions, whereby cinema-as-enunciator is put under erasure, thus aggravating the inherent discrepancies troubling Europe today. Elsaesser, indeed, evaluates a growing general disaffection with politics, the rise of populist nationalism and far-right fringe parties, as well as an increasing population of economic migrants, refugees, and asylum seekers. (shrink)
İdrak ve niteliği felsefenin en önemli problemlerinden biridir. İbn Sînâ hissî, hayalî, vehmî ve aklî olmak üzere dört farklı idrak mertebesi dillendirir. Buna göre insan nefsi nesnelerin suretlerini duyu yetileriyle algılar. Daha sonra bu suretleri hayal yetisine teslim eder. Akabinde akıl bu sureti barındırdığı maddî eklentilerden arındırarak aklî suretlerin oluşumu için gerekli zeminleri hazırlar. Daha sonra faal akıl insan nefsine aklî suretleri verir. İnsan zihninde duyularla algılanan bu kavramlardan başka kavramlar da vardır. Bu küllî kavramların yeri nesnel âlem değil öznel (...) âlemdir. İslam felsefesi geleneğinde Fârâbî ilk defa bu ayırımı yapar ve ma‘kūlleri birinci ve ikinci ma‘kūller diye iki kısma ayırır. İbn Sînâ da bu sınıflandırmayı benimser ve konu hakkında yeni açıklamalar getirir. İbn Sînâ, ikinci ma‘kūllerin sonraki dönemlerde yapılan felsefî ve mantıkî ayırımını her ne kadar dillendirmese de eserlerinden bu iki ma‘kūl türünün farklılığına teveccüh eder. Bu çalışmada İbn Sînâ felsefesinde idrak olgusunun gerçekleşme niteliği ele alınacak ve daha sonraki dönemlerde dillendirilen ikinci felsefî ma‘kūl anlamların İbn Sînâ felsefesindeki yeri açıklanacaktır. (shrink)
From the 1920’s onwards in Yozgat and its vicinity in the interior of Asia Minor field surveys and excavations have been increasingly undertaken. One recent project is an archaeological survey of the whole province of Yozgat which began in 2017 with the participation of many academics from different universities and disciplines. Through this survey, which covers a large area, research in just a few regions has been completed. In this article, seventeen Christian epitaphs discovered at and around the village of (...) Güneşli (east of Tavium), Aydıncık, Basilika Therma (Sarıkaya) and Çayıralan, mostly dating from the Vth–VIth centuries A.D. are presented. Three of them are fragmentary and a few are badly damaged. A carved bilingual Latin/Greek inscription records the «running» metaphor frequently employed by the Apostle Paul, all the other inscriptions introduced are Greek. There are interesting differences and analogies for the motifs on these gravestones and for the formulas employed in the epitaphs within the surrounding region. ****** Yozgat İlinden Yeni Hıristiyan Mezar Yazıtları Yozgat ve çevresindeki arkeoloji yüzey araştırmaları ve kazılar çalışmaları 1920’li yıllardan itibaren artış göstererek devam etmektedir. Bu bağlamda son projelerden bir tanesi de farklı üniversitelerden ve disiplinlerden pek çok akademisyenin katılımıyla 2017 yılında başlatılan ve Yozgat ilinin tamamını kapsayan arkeolojik yüzey araştırmalarıdır. Tüm il sınırlarını kapsayan bu araştırmadaki sistematik çalışmalar bazı bölgelerde tamamlanmış durumdadır. Makalede ise Güneşli Köyü, Aydıncık, Sarıkaya ve Çayıralan’da bulunan ve çoğunluğu MS V.–VI. yüzyıllara tarihlenen Hıristiyan mezar yazıtları tanıtılmaktadır. Yazıtlarının bir kısmı sadece fragman halinde ele geçmişken, bazıları ise oldukça tahrip olmuş durumdadır. Bunlardan birisinin üzerine, Aziz Paulus’un sıkça dile getirdiği «koşmak» metaforu Latince ve Yunanca çift dilli olarak kazınmıştır. Diğer yazıtların tamamı Yunancadır. Söz konusu mezar taşları üzerindeki betimlemelerin ve mezar yazıtlarındaki formüllerin bölgeler arasındaki farklılıkları ise ilgi çekicidir. Anahtar Sözcükler: Yozgat, Tavium, Hıristiyan Mezar Yazıtı, Koşucu, Aziz Paulus, Bizans Epigrafisi. (shrink)
Bu makalede Antalya Müzesi tarafından yürütülen 2016 yılı Perge kazıları kapsamında Batı Nekropo-lisi’nden ele geçen üç Hellence mezar yazıtı tanıtılmaktadır. MS II. yüzyılın sonu ile MS III. yüzyılın başına tarihlenen yazıtların ilk ikisi lahit, üçüncüsü ise bir mezar odası üzerinde yer almaktadır. Söz konusu belgeler öncelikli olarak mezarların uygunsuz kullanımı sonucunda tahsil edilecek olan ceza miktarları ile bu miktar-ların ödeneceği kasalara ilişkin yapılacak olan çalışmalarda bir veri oluşturabilecek niteliktedir. Ayrıca yazıt-larda yer alan kişilerin hem kent hem de bölgede nadiren görülen (...) ya da hiç karşılaşılmamış olan isimleri ise onomastik çalışmalara katkı sunacaktır. (shrink)
Bu çalışma kitap olmayan bir kitaptır. Okur klasik kitaplarda alıştığı tamamlanmış metinler, çözümlenmiş bilimsel ve felsefi problemler beklemesin bu çalışmada. Sunduğum şey üzerinde çalıştığım konular ve o konularla ilgili geliştirdiğim düşünceler, aforizmalar yer yer dağınık önermelerdir. Bu iki nedenden dolayı böyledir: Birincisi bilgi kuramsal açıdan tamamlanmış önermeler dizgesinin yanlış olmasıdır. Quantum çağında her gün yeni bir keşif yaptığımız nesneler ile ilgili büyük anlatılar ve tamamlanmış, sistematik görüşler geliştirilemez. Geleneksel tüm kitaplar ilgilendikleri nesneyi tüm bağıntılarıyla çözdükleri iddiasındadır. Örneğin tüm çağdaş fizik (...) kitapları yaklaşık yüz yıldır atomun ağırlığını çözdüklerini düşünerek yayınlanıyordu. Ancak 2017 Ocağında quarkların dışarıdan enerji alışverişi yaptıkları ve oluşturdukları atom ağırlığının sürekli değişti keşfedildi. Bu tüm yazılmış fizik kitaplarının çöpe atılması anlamına gelir. Bu nedenlerden ötürü tamamlanmış çalışmalar değil, sürekli gelişen Wikipedia tarzında, yazılan metinlerin sürekli güncellendiği çalışmalar, bilimsel anlatıma daha uygundur. Okur, bu metnin sürekli işlenen biçimini bloğumda takip edebilecek. -/- İkincisi kişisel olarak çalışmalarımdan asla tatmin olamadım ve vardığım teorik sonuçları dışarı açarak çalışmalarıma dışsal bir motivasyon ve eleştirel bir geri dönüşüm almak istedim. O nedenle okur bu çalışmamı kendisiyle tartışmaya açtığım el yazmalarım olarak değerlendirsin. -/- Tüm bunlarla birlikte okuru son derece geniş bir entelektüel alanda yaratıcı bir çalışma ve tamamiyle sadece yazara ait yeni önermeler bekliyor. -/- Bu çalışma esas olarak aydınlanmadan başlayan ve günümüze kadar gelen, quantum fizikçilerinin de yaslandıkları, tüm sosyal kuramların sonunu ilan etmektedir. -/- Salt bu iddia bile çalışmamı dikkate değer kılar. (shrink)
Dini epistemoloji, teistik inançların rasyonel zeminde gerekçelendirilme yollarını arayan, çağdaş epistemolojinin bir alt dalıdır. Musa Yanık, bu kitapta günümüzdeki en güçlü yaklaşım olan reform epistemolojisinden güvenilircilik bakış açısıyla yani “daha yüksek bir olasılıkla doğru olması yönünden” İslam inancının rasyonelliğini ortaya koymakta ve uygulamalı dini epistemolojinin sağlam ve cesur bir örneğini sergilemektedir. (Prof. Dr. Hasan Yücel Başdemir) -/- Epistemoloji topyekûn insan zihnini biçimlendirme ve inanç da dahil olmak üzere bilişsel faaliyetleri yönlendirme potansiyeline sahip bir alandır. Zira Allah’ın varlığı, birliği, nübüvvet ve (...) ahiretle ilişkili meseleler “nasıl bilebilirim, neleri bilebilirim, bildiğim şeyin kesinliğinden nasıl emin olabilirim?” gibi epistemik sorulardan bağımsız olamaz. Bu nedenle konu İslam düşüncesinde felsefecilerin olduğu kadar kelâmcıların da ilgisini çekmiştir.Bu bağlamda Musa Yanık tarafından modern teoriler de dikkate alınarak yazılan bu kitabın dini epistemoloji konusunda bir farkındalık oluşturmasını umuyorum. (Doç. Dr. Mehmet Bulgen) -/- Analitik felsefe ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlanmış olmasına rağmen özellikle İslam entelektüel tarihindeki kelâm geleneği ile etkileşime geçme potansiyeli oldukça yüksek bir gelenektir. Musa Yanık, bu çalışmasıyla günümüzün en önemli analitik din felsefecilerinden AlvinPlantinga’nın dini epistemolojisini tanıtmakta ve kelâmla irtibatını eleştirel bir zeminde kurmaya çalışmaktadır. Çalışmanın güncel tartışmaları takip etmesi kadar bu tartışmalara farklı geleneklerden bakabilme becerisi felsefenin çok-yönlü bir çerçevede nasıl yapılabileceğine dair güzel bir örnek oluşturuyor. Musa Yanık’ın bu eseri, her şeyin birbiriyle etkileşime geçmeye başladığı global dünyada felsefe yapmanın olanaklarına dair yenilikçi bir yaklaşım ortaya koyuyor. -/- (Doç. Dr. Nazif Muhtaroğlu) -/- Elinizde tuttuğunuz bu kitap, dini epistemoloji ve erdem epistemolojisi kesişiminde yer almakla birlikte, inanç ve imanın epistemik statüsünü incelemek ve bunu yaparken ise İslam inancını merkeze almaktadır. Bu haliyle Türkçe literatür açısından önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Okuyucunun bu kitap aracılığıyla karşılaşacağı bazı sorular şunlardır: İnanç ve bilgi nedir? Kanıt olmadan inanmak ahlaken yanlış mıdır? İnançlarımızı rasyonel olarak gerekçelendirmenin yolları nelerdir? İslam inancı reform ve erdem epistemolojisi açısından güvenilir bir temele sahip midir? Fakat belki de en büyük kadim soru şudur: Tanrı’nın varlığını bilmek mümkün müdür? -/- (Taner Beyter-Öncül Analitik Felsefe Dergisi). (shrink)
Epistemolojik olarak bilgiye başvuran ve bilme faaliyetinde bulunan insanın, Kur’an’da önemli bir yeri vardır. Buradaki bilme faaliyetini, salt teolojik bir buyruk olarak, yani Allah’ı bilmek olarak değil, doğru bilgi ile yanlış bilgi arasında hem teorik hem de ahlaki bir farklılık olarak anlamak ve Kur’an'da insana epistemik özellikler atfedildiğini ve böylece insanın epistemik başarılarından dolayı övüldüğünü söyleyebilmek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında herhangi bir önermeye yönelik olarak rasyonel bir tutum benimseyen, yani bilen özne ile bu faaliyette isteyerek ve istemeyerek giren kişinin durumu (...) arasında bir fark olduğu açıktır. Doğrusu bu farkın epistemik önceliği kadar, ahlaki önceliği de dikkate değerdir. Nitekim buradaki ahlaki üstünlük, doğru bilgiyi hedefleme ve ona ulaşma noktasında ortaya çıkan erdemdir. Doğru bilgiye ulaşmanın entelektüel bir erdem olduğu düşünüldüğünde, Kur’an’ın Erdem epistemolojisi üzerinden değerlendirilmesi bu noktada önemlidir. Doğrusu erdemli bir bilişsel faaliyet, Kur'an’da açık bir şekilde ana fikir olarak ortaya konulur ve buna göre cehaletten kaçınmak ve doğru bilgiye ulaşmak için erdemli bir çaba göstermek önem taşır. Kur’an’daki ifadeleri bilgeliğe ulaşmak olarak anlayacak olursak, asıl hedef; bilgi ve anlayışımızın, entelektüel ve ahlaki vicdanımızı veya takvamızı güçlendirmesi için kullanılabileceği söylenilebilir ve bu inanç, erdem epistemolojisine dayalı bir yaklaşım içerisinde şekillendirilebilir. (shrink)
Baba, bireyin anneyle birlikte temel tamamlayıcısı olması bakımından önemli ve merkezi bir unsurdur. Yaşam düzleminde baba; biyolojik, sosyolojik ve geleneksel kökene sahiptir. Birey ve toplum yaşamının yansıma alanlarından biri olan roman türünde görüngülenen babalık kavramının edebi düzlemde açımlanması, evren, ev, aile, toplum, Tanrı, otorite/ devlet, biyolojik ve duyuşsal babalar biçimindedir. Genetik yaratımın başat ögesi olmanın yanı sıra fizyolojik gerçeğin aşımıyla özneleşen bu kimlik görünümü bilinç ve bilinçdışındaki yansıları bireyin kozmik dünyasını ve aidiyet alanını inşa eder. Kendinden öncenin yok sayılmasının imkânsız (...) kabul edildiği yaratılış esasında babalık kavramı, bir önceki anlamının üzerine eklenerek birleşik bir görünge kazanır. İnsanlığın ve sözün ortaya çıktığı ilk andan itibaren yaşamsal düzlemin getirilerinden kopamayan romanlar aracılığıyla bireyin var oluşsal sancılarını yazınsal ifade alanına taşıyan sanatkârlar mevcut düzenin parçası baba figürünü anlatılar içine dahil eder. Birbirinin içinden doğan her edebi devirde farklı bir görünüm kazanan babalık kavramı, eserlerde ilahi yaratıcı; insanlığın atası kutlu kişi; otorite/iktidar; Öteki; soy bağı taşıyıcısı/gen aktarıcısı, koruyan, sahip çıkan; biyolojik bağ olmadan annenin eşi, üvey baba biçiminde bireyin yaşamına sonradan dahil edilen; manevi önder, çocuğun dünyaya doğumunda yer almayan ama güvenli alana doğumu sağlayan kutlu kişi ve fiziksel veya ruhsal ölümü ile ortaya çıkan babasızlık gibi baba figürünü karşılayan anlamlardan kopmadan yer aldığı görülür. Tematik bakımdan incelenen çalışma Giriş, Babalık Kavramı ve Babanın Türk Romanındaki Görünümleri başlıklı iki ana bölüm, Sonuç, Kaynakça olarak düzenlendi. Birinci Bölüm'de babanın Tanrı ve Âdem Baba, Otorite/İktidar, toplum ve birey hayatında babalık (genetik/kuşak aktarım nesnesi, Öteki baba ve dayanak/sığınak baba ve babasızlık) görünümleri tespit edildi. İkinci Bölüm'de belirlenen baba figürlerine uygun niteliklerdeki sekiz eserin (Orhan Pamuk-Sessiz Ev, Reşat Nuri Güntekin-Yaprak Dökümü, Güray Süngü-Mehmet'i Sakatlayan Serçe Parmağı, Alper Canıgüz- Oğullar ve Rencide Ruhlar, Alper Canıgüz- Cehennem Çiçeği, Kemal Tahir-Devlet Ana, Hasan Ali Toptaş-Sonsuzluğa Nokta ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Nur Baba) babalık kavramı bağlamında tahliline yer verildi. Böylece bireysel ve toplumsal kimliğin inşa unsuru baba figürünün edebi eserlere yansımaları üzerine bir değerlendirme gerçekleştirildi. (shrink)
Akıl ve bilinç yetisini kazandığı, dünyaya geldiği andan itibaren araştırmaya başlayan insan, doğayı, kendini ve Tanrı’yı bilmek ister. Bilmek, bilmek için değildir. Bilmek insan içindir, insanı tanımak ve yönetmek içindir. Bu bilme isteğinden Doğa bilimleri, İnsan bilimleri ve Din bilimleri oluşur. Bilim, genelgeçer bilgiyi ifade eder: Doğa bilimlerinin kaynağı doğa, İnsan bilimlerinin kaynağı insan, Tanrı bilimlerinin kaynağı Tanrı’dır. Bazı insan toplumları bazı dönemlerde birtakım bilim alanlarında genelgeçer bilgiye ulaşma yolunda ilerlerken, kimilerinin bazı dönemlerde çeşitli sebeplerle genelgeçer bilgiyi ifade eden bilimlerden (...) uzaklaştıkları ve sapmalar içine girdikleri görülür. Bu bağlamda Bilim Tarihi, bilimin ortaya çıkış, yayılış, kullanılış ve gelişme koşullarının tarihî serüvenini inceler. Bilim Tarihi, insanlığın genelgeçer bilgi araştırma serüvenini arkeolojik buluntulardan; tarihî mitolojik, edebî, dinî, felsefî, bilimsel kalıntı ve belgelerden hareketle inceler. Bilim tarihi, geriye doğru bir araştırmadır. Eskiye dair her yeni bulgu, bilim tarihi için önemlidir. Bazı yeni bulgular bilim tarihini yeniden gözden geçirmeye ve bilimin gelişme aşamalarını genel saptayışımızı kökten değiştirmemize sebep olabilir. İşte Göbekli Tepe, Bilim Tarihi için böyle bir etkiye haizdir. 1995’de arkeolojik kazılar neticesinde Şanlıurfa’da bulunan ve Neolitik Dönemde Anadolu’da yapılan ilk tapınak olarak bilinen Göbekli Tepe’yi mercek altına alarak orada oluşan medeniyetin Bilim Tarihi içindeki yerini tespit etmek bu çalışmanın temel amacıdır. 248 TARİH ARAŞTIRMALARINA FARKLI YAKLAŞIMLAR Göbekli Tepe’nin keşfi bilim tarihindeki birçok yaygın görüşün yeniden gözden geçirilmesi gereğini doğurmuştur. Kazılarda tarım, yerleşik hayata geçiş ve avcı-toplayıcı insanların iş birliğiyle ortaya çıkan yapılar görülmektedir. Taşları yontma işleminin altı bin yıl önce metal aletlerle değil, yaklaşık on iki bin yıl önce, metal alet kullanılmadan da, detaylı şekilde yapılabildiği ortaya çıkmıştır. İlk kumaş parçasının Göbekli Tepe’de bulunması, ipliğin dokunup kumaş yapılmasının, başka bir ifadeyle ilk dokumanın M.Ö. 9000 yılında değil, on iki bin yıl öncesinde yapıldığını göstermiştir. Göbekli Tepe’deki dikili taş ve heykellerin gelişigüzel inşa edilmediği, inşa eden insanların geometri, matematik ve astronomi bilgisine sahip oldukları aşikârdır. Göbekli Tepe’deki yapılar, heykel ve dikili taşlar, ortak iş gücünü, bilgiyi, düşünce ve inancı göstermektedir. Kabartmaların her biri, bu insanların düşünce ve yaşantılarını yansıtmaktadır. Bu buluntular o dönemde ulaştıkları doğa bilgisi, insan bilgisi ve Tanrı bilgisini göstermesi ve bilimin gelişim sürecine, Bilim Tarihini aydınlatma açısından hayatî değerdedir. (shrink)
Anadolu’da doğan ve yaşayan doğa bilimcileri ve filozofları Sokrates öncesi düşünce dünyasını yansıtmaktadırlar. Düşünce ve teoriler üretmekte kendilerine göre bir sistem oluşturmuşlardır. Antik dönemde doğa olaylarının kişileştirilip tanrılarla simgelenmesini ve söylencelerle yaygınlaşıp geliştirilmesini, onlara tapınılmasını (pagan tanrılarını) kabul etmeyen bireysel çıkışlar olarak başkaldırmışlardır. M.Ö. 5. yüzyılda Atina’da Yunan Uygarlığı’nın klasik çağına ve doruk noktasına geçişlerinde Anadolu’daki Pers saldırılarından kaçan İyonyalı düşünürlerin ve sanatçıların da rolü bulunmaktadır.
“İntihar Üzerine” (Ek 1) ve “Ruhun Ölümsüzlüğü Üzerine” (Ek 2) denemeleri, David Hume’un din bağlamında dogmatik inanışları, uslamlamaları en keskin bir biçimde eleştirdiği yazılarıdır. Görgül felsefesinin temel doğruları ve izlediği kuşkucu yöntem uyarınca ortaya koyduğu sonuçlar, bu denemelerin hem yayınlandıkları dönemde hem de sonrasında pek çok olumsuz eleştiriyle karşılaşmasına yol açmıştır. İnsanın doğasına ilişkin her türlü konuyu soruşturma niyetliliği ile yola çıkan Hume, dogmatik dinin ve uygulamalarının köklendiği inanışları ve uslamlamalarını da aynı niyetle irdelemiştir. Özellikle döneminde yaşanan toplumsal sorunların bu (...) dogmalara duyulan kuşkusuz inançlardan köklendiğini göstermeye çalıştığı bu iki denemenin, yine aynı dogmalara dayanarak eleştirilmesi, basımının engellenmesi ve metinlere müdahale edilmesi ise ironiktir. Bu çalışmada, Hume’un her iki denemedeki savlarının bir çözümlemesi değil, denemelerde ele alınan sorunun ne kadar gerçek olduğu, bu iki denemenin yayınlanma süreci örnek gösterilerek incelenecektir. (shrink)
This article compares James M. Buchanan's and John Rawls's theories of democratic governance. In particular it compares their positions on the characteristics of a legitimate social contract. Where Buchanan argues that additional police force can be used to quell political demonstrations, Rawls argues for a social contract that meets the difference principle.
This paper examines the complexity and fluidity of maternal identity through an examination of narratives about "real motherhood" found in children's literature. Focusing on the multiplicity of mothers in adoption, I question standard views of maternity in which gestational, genetic and social mothering all coincide in a single person. The shortcomings of traditional notions of motherhood are overcome by developing a fluid and inclusive conception of maternal reality as authored by a child's own perceptions.
Every day, thousands of polls, surveys, and rating scales are employed to elicit the attitudes of humankind. Given the ubiquitous use of these instruments, it seems we ought to have firm answers to what is measured by them, but unfortunately we do not. To help remedy this situation, we present a novel approach to investigate the nature of attitudes. We created a self-transforming paper survey of moral opinions, covering both foundational principles, and current dilemmas hotly debated in the media. This (...) survey used a magic trick to expose participants to a reversal of their previously stated attitudes, allowing us to record whether they were prepared to endorse and argue for the opposite view of what they had stated only moments ago. The result showed that the majority of the reversals remained undetected, and a full 69% of the participants failed to detect at least one of two changes. In addition, participants often constructed coherent and unequivocal arguments supporting the opposite of their original position. These results suggest a dramatic potential for flexibility in our moral attitudes, and indicates a clear role for self-attribution and post-hoc rationalization in attitude formation and change. (shrink)
The revival of republicanism was meant to challenge the hegemony of liberalism in contemporary political theory on the grounds that liberals show insufficient concern with institutional protection against political misrule. This article challenges this view by showing how neorepublicanism, particularly on Philip Pettit’s formulation, demands no greater institutional protection than does political liberalism. By identifying neutrality between conceptions of the good as the constraint on institutional requirements that forces neorepublicanism into the liberal framework, the article shows that neutrality is what (...) neorepublicans must jettison to offer a tenable critique of liberalism. Only then can neorepublicans ensure greater protection against misrule by demanding that citizens participate more actively in politics. They can then also criticize liberalism for failing to appreciate the importance of such protection. (shrink)
Political candidates often believe they must focus their campaign efforts on a small number of swing voters open for ideological change. Based on the wisdom of opinion polls, this might seem like a good idea. But do most voters really hold their political attitudes so firmly that they are unreceptive to persuasion? We tested this premise during the most recent general election in Sweden, in which a left- and a right-wing coalition were locked in a close race. We asked our (...) participants to state their voter intention, and presented them with a political survey of wedge issues between the two coalitions. Using a sleight-of-hand we then altered their replies to place them in the opposite political camp, and invited them to reason about their attitudes on the manipulated issues. Finally, we summarized their survey score, and asked for their voter intention again. The results showed that no more than 22% of the manipulated replies were detected, and that a full 92% of the participants accepted and endorsed our altered political survey score. Furthermore, the final voter intention question indicated that as many as 48% (69.2%) were willing to consider a left-right coalition shift. This can be contrasted with the established polls tracking the Swedish election, which registered maximally 10% voters open for a swing. Our results indicate that political attitudes and partisan divisions can be far more flexible than what is assumed by the polls, and that people can reason about the factual issues of the campaign with considerable openness to change. (shrink)
Principles of justice, David Estlund argues, cannot be falsified by people’s unwillingness to satisfy them. In his Utopophobia, Estlund rejects the view that justice must bend to human motivation to deliver practical implications for how institutions ought to function. In this paper, I argue that a substantive argument against such bending of justice principles must challenge the reasons for making these principles sensitive to motivational limitations. Estlund, however, provides no such challenge. His dispute with benders of justice is therefore a (...) verbal one over the true meaning of justice, which need not worry those with the intuition that justice should perform a function that requires bending. By focusing on John Rawls’s reasons for bending his justice principles, I point towards a substantive critique of bent justice. (shrink)
Aggregating individuals’ consistent attitudes might produce inconsistent collective attitudes. Some groups therefore need the capacity to form attitudes that are irreducible to those of their members. Such groups, group-agent realists argue, are agents in control of their own attitude formation. In this paper, however, I show how group-agent realism overlooks the important fact that groups consist of strategically interacting agents. Only by eliminating group agency from our social explanations can we see how individuals vote strategically to gain control of their (...) groups and produce collective attitudes we cannot make sense of if we treat groups as agents. (shrink)
Le XI.ème Congrès International de Philosophie Médiévale de la Société Internationale pour l’Étude de la Philosophie Médiévale (S.I.E.P.M..) s’est déroulé à Porto (Portugal), du 26 au 30 août 2002, sous le thème général: Intellect et Imagination dans la Philosophie Médiévale. A partir des héritages platonicien, aristotélicien, stoïcien, ou néo-platonicien (dans leurs variantes grecques, latines, arabes, juives), la conceptualisation et la problématisation de l’imagination et de l’intellect, ou même des facultés de l’âme en général, apparaissaient comme une ouverture possible pour aborder (...) les principaux points de la pensée médiévale. Les Actes du congrès montrent que « imagination » et « intellect » sont porteurs d’une richesse philosophique extraordinaire dans l’économie de la philosophie médiévale et de la constitution de ses spécificités historiques. Dans sa signification la plus large, la théorisation de ces deux facultés de l’âme permet de dédoubler le débat en au moins six grands domaines: — la relation avec le sensible, où la fantaisie/l’imagination joue le rôle de médiation dans la perception du monde et dans la constitution de la connaissance ; — la réflexion sur l’acte de connaître et la découverte de soi en tant que sujet de pensée ; — la position dans la nature, dans le cosmos, et dans le temps de celui qui pense et qui connaît par les sens externes, internes et par l’intellect ; — la recherche d’un fondement pour la connaissance et l’action, par la possibilité du dépassement de la distante proximité du transcendant, de l’absolu, de la vérité et du bien ; — la réalisation de la félicité en tant qu’objectif ultime, de même que la découverte d’une tendance au dépassement actif ou mystique de toutes les limites naturelles et des facultés de l’âme ; — la constitution de théories de l’image, sensible ou intellectuelle, et de ses fonctions. Les 3 volumes d’Actes incluent les 16 leçons plénières et 112 communications, ainsi que les index correspondants (manuscrits ; noms anciens et médiévaux ; noms modernes ; auteurs). Le volume IV des Actes, contenant 39 communications et des index, est publié par la revue " Mediaevalia. Textos e Estudos ", du Gabinete de Filosofia Medieval de l’Universidade do Porto (volume 23, de 2004). Ouvrage publié avec l’appui de l’Universidade do Porto, de la Faculdade de Letras da U.P., du Departamento de Filosofia - F.L.U.P. et de la Fundação para a Ciência e a Tecnologia (Portugal). (shrink)
Recently two distinct forms of rule-utilitarianism have been introduced that differ on how to measure the consequences of rules. Brad Hooker advocates fixed-rate rule-utilitarianism, while Michael Ridge advocates variable-rate rule-utilitarianism. I argue that both of these are inferior to a new proposal, optimum-rate rule-utilitarianism. According to optimum-rate rule-utilitarianism, an ideal code is the code whose optimum acceptance level is no lower than that of any alternative code. I then argue that all three forms of rule-utilitarianism fall prey to two fatal (...) problems that leave us without any viable form of rule-utilitarianism. (shrink)
In his late ‘A Plea for Excuses’, John L. Austin suggests labelling his philosophy ‘linguistic phenomenology’. This article examines which idea of phenomenology Austin had in mind when he coined this term and what light this sheds on his method. It is argued that the key to answering this question can be found in Merleau-Ponty’s 'Phenomenology of Perception', which Austin must have been familiar with. Merleau-Ponty presents phenomenology in a way Austin could embrace: it is a method, it aims at (...) description and uses reduction, it is a non-idealistic study of essence, and interprets intentionality as ‘operative’. In this light, Austin’s method can be appreciated more fully. (shrink)
Buradaki yazılar farklı zamanlarda farklı amaçlarla yazılanların bir derlemesi.. Örneğin, ilk bölüm 2012'den.. Son bölüm 90'lardan. Tümünü bir araya toplamamın basit bir nedeni var; bir ölçüye kadar sürekliliği olan bir anlatı oluşturmak istedim.. Yazılarda ortak bir akışın içinde olan noktaların, izlerin vbg. toplamı için, düşüncenin --belki de yalnızca çağrışımsal anlamıyla düşüncenin-- çevresel koşulları üzerine bir deneme olduğu söylenebilir. Bu anlamda bu taslak dosya bir felsefeye giriş denemesi olarak da görülebilir; ya da bir metafelsefe çalışması olarak...
The aim of this book, written by a researcher at the Tatarstan Academy of Sciences, is to examine how and why theories change in science. Nugayev’s analysis, and his many examples, are confined to mathematically formalized theories of physics. Nugayev’s ideas are inspired by, and relate to, Russian scholars. His approach is primarily philosophical and clearly in the analytical tradition of Popper, Kuhn, Lakatos, Feyerabend, Stegmuller and others. Although Nugayev’s book is primarily addressed to philosophers, it is also of interest (...) to the philosophically inclined historian of science. (shrink)
This literature review describes the current state of research on the Greek sophists. It draws on recent work on the beginnings of rhetoric, overviews of sophistic thought and case studies on Protagoras, Gorgias, Antiphon and Prodicus. It is shown that the traditional notion of a sophistic antithesis to philosophy has lost further ground: While earlier »rehabilitations« of sophistic thought still use the dichotomous distinction of philosophy und sophistic, now any generic talk of »the sophist« should better be regarded as misleading.
By asking questions and seeking information with an eye on the logical implications of the answers of one's questions, one can become a lifelong seeker. However, one cannot become so, if one does not pay enough attention to the boundaries of logical inquiry. It holds true in all types of information-seeking that some lines of thought may turn out to be pointless, unnecessary, or at most a waste of time. Some lines of thought, on the other hand, may turn out (...) to be to the point, perhaps time consuming but necessary, or even possibly time saver. That is not to suggest, of course, that varying degrees of time consumption determine the boundaries of logical inquiry. The boundaries in question are determined rather by conclusiveness conditions of finding, evaluating and putting information in use. In that sense the ultimate boundaries, if there are any, should be determined rather by model building for information in real-time. (shrink)
Attempts have been made to prove God's non-existence. Often this takes the form of an appeal to the so-called Argument from Evil: if God were to exist, then he would not permit as much suffering in the world as there actually is. Hence the fact that there is so much suffering constitutes evidence for God's non-existence. In this essay I propose a variation which I shall call ‘The Argument from Non-belief’. Its basic idea is that if God were to exist, (...) then he would not permit as much non-belief in the world as there actually is. Hence the fact that there is so much non-belief constitutes evidence for God's non-existence. (shrink)
The contribution examines Goodman’s conception of philosophy, in particular his remark that his project can be understood as a «critique of worldmaking». It is argued that, despite dealing with epistemological questions, the general theory of symbols and worldmaking does not answer them. Rather, it can be conceived as a practical conception comparable to Kant’s critique of reason or to Wittgenstein’s critique of language games, i. e. , as a philosophy of world orientation. It is claimed that Goodman himself could not (...) articulate this dimension of his position appropriately as he kept using the language of epistemology. Yet many aspects of his thinking become much clearer if they are interpreted within a non-epistemological frame. (shrink)
The article argues that the doctrine of Gorgias of Leontinoi, as expressed in his ›Encomion of Helen‹, is not a rhetorical technique but a practice of moral education. The medium of this »ethical speech practice« is perceptual forms, its basic mode being the practice of showing or epideictic speech. The crucial standard of this practice is »epideictic rightness«, which is identical to Gorgias’ conception of »truth«. According to this conception, speech is true if it exemplifies morally right conduct and moral (...) beauty. True speech in this sense must also be effective speech, since it will promote right behaviour in the future. (shrink)
Abstract Criteria of scientific value are of different kinds. This paper concerns ultimate criteria, i.e. the axiology of science. Most ultimate criteria are multi?dimensional. This gives rise to an aggregation problem, which cannot be adequately solved with reference to attitudes and behaviour within the scientific community. Therefore, in many cases, there is no fact of the matter as to whether one theory is better than another. This, in turn, creates problems for methodology.
The first chapter of The Sympathy of Things published in Research & Design: Textile Tectonics (2011). It develops the notion of a “gothic ontology” which inverts Deleuze’s baroque ontology of the fold. Where in the universe of the fold continuity precedes singularity, in the gothic singularity precedes continuity. The reversal is based on the Ruskinian notion of the rib, which is the source of “changefulness”, expressed through “millions of variations” of figures. Figures move and change only to interact with or (...) connect to other figures, i.e. to build configurations. Ruskin’s notion of savageness, which is always categorized as an ethics-over-aesthetics, now becomes a notion of craft that is inherent to matter, not to humans. (shrink)
In Reason, Truth and History and certain related writings, Hilary Putnam attacked the fact-value distinction. This paper criticizes his arguments and defends the distinction. Putnam claims that factual statements presuppose values, that “the empirical world depends upon our criteria of rational acceptability,” and that “we must have criteria of rational acceptability to even have an empirical world.” The present paper argues that these claims are mistaken.
This reply to an ongoing debate between conspiracy theory researchers from different disciplines exposes the conceptual confusions that underlie some of the disagreements in conspiracy theory research. Reconciling these conceptual confusions is important because conspiracy theories are a multidisciplinary topic and a profound understanding of them requires integrative insights from different fields. Specifically, we distinguish research focussing on conspiracy *theories* (and theorizing) from research of conspiracy *belief* (and mindset, theorists) and explain how particularism with regards to conspiracy theories does not (...) mean we cannot define a problematic subclass of conspiracy beliefs, while avoiding the problems of generalism. We hope this reply helps conspiracy theory researchers recognize the differences between studying conspiracy theories and conspiracy beliefs and appreciate the possibilities for fruitful, integrative, and interdisciplinary research. (shrink)
Create an account to enable off-campus access through your institution's proxy server.
Monitor this page
Be alerted of all new items appearing on this page. Choose how you want to monitor it:
Email
RSS feed
About us
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum.