Abstract
İlk kez derli toplu bir biçimde Aydınlanma Çağının en önemli ve etkili filozofu İmmanuel
Kant’ın dillendirdiği evrensel ahlâk yasası uyarınca insan öyle eylemelidir ki, davranışıyla insanı araç
haline getirmesin. Kültürden, toplumun koşullarından, geleneklerden ve dinsel etkilerden arındırılmış
bu ilkenin buyurganlığı herhangi bir koşul ya da sınır tanımamasıyla ünlüdür. Oysa insanlar, hem
bireysel hem de toplumsal gerekçelerle bu formel ilkeyle kendilerini her zaman bir çekişme içinde
bulurlar. Kant’ın ahlâk anlayışı açısından etik değerlerin herhangi bir kültürel, toplumsal ya da
siyasal baskı ya da ilgi içerisinde anlaşılmaması gerekir. Bu ilke(ler) evrenseldir; ulusal ya da yerel
çerçeveyle sınırlı görülemezler. Oysa özellikle ulusal sınırlarla belirlenmiş topraklarda yaşayan
toplumlann kendi kültürlerinden geleneklerinden süzülerek gelen değerler her zaman bu evrensel
ilkelerle uyum içinde değildirler. Aralarında gerilim arttığında genellikle evrensel ilkeler lehinde
çözüme gidilmek istenir. Yani yerel değerler yeniden anlamlandırılır. Toplumlann örgütlenmesinde
rol oynayan faktörlerin pek çoğunun devredışı bırakılmasının nedeni bunlann, sorunlan çözmekten
ziyade artırdığının apaçık olmasıdır. Söz gelişi Ortaçağ boyunca Avrupa’da yaşanmış mezhep
çatışmalan, ahlâk ilkelerininin dinsel değerler tarafından tanımlanmasının önündeki en büyük
engeldir. Kant’m ahlâk felsefesinin Hıristiyanlık idealleri üzerine kurulmadığı apaçıktır, lyi’nin
kökeninde günah/sevap ya da kutsal metinlerin buyurganlığı yoktur. Bunun böyle olmasının bir
nedeni de ortaçağlar boyunca Avrupa’da yaşanmış olduğunu gözlemlediğimiz dinsel çatışmalann
ahlâk ilkelerinin evrenselleşmesini önlemesidir. İyi ya da doğrunun belirli bir inanç sisteminin
önceliklerine terk edilmesi fanatizmi azaltacağına güçlendirmiştir. Yani iyi bir Hıristiyan olmak iyi
ahlâklı bir insan olmaktan önce gelmesi eleştirilmektedir. Kısacası ahlâkın temeline dinsel bir
dayanak yerleştirmektense, aklı koyan bir yaklaşım söz konusudur. Dinsel çatışmalar bu tercihin
yapılmasını kolaylaştırmıştır.
Bu noktada ulusal değerler çok daha büyük güçlükler doğurmaktadır; çünkü tarihin kaydettiği
olaylar, homojen bir değerler bütünlüğü olmadığım düşündürmektedir. Sonuç olarak, evrensel bir
ahlâk ilkesine duyulan ihtiyaç ile içinde yaşadığımız çağın gerçekleri arasındaki makasın açılması
tepeden dayatma tehlikesini artırırken, makasın kapanması toplumsal ilerlemenin ve gelişmenin
meşruluğuna katkıda bulunmaktadır.
Bu bildiride evrensel ilkelerin yerel değerleri anlamlandırmasının olanaklılığı, Kant’ın ahlâk
felsefesi model alınarak sorgulanacaktır.