Abstract
Science is, if not the most, at least one of the most important human
activities which has an undeniable impact on our lives. However, it is a
matter of debate that science and its various applications have many
negative effects besides their numerous positive contributions. As the
negative effects of the science and its applications have become more
visible, the science-value relation has regained popularity in the philosophy
of science. Precautionary principle is one of the central concepts of the late
science-value debates. We first scrutinize the science-value relation,
especially whether the science is value-free or value-laden activity, from the
perspective of history and philosophy of science, and argue that sciences
involve both epistemic and non-epistemic values. Then we introduce the
precautionary principle and discuss the possible causes and outcomes of
having it as a methodological component of scientific research. Finally, we
argue that, if the science-value relation can be reestablished on ethical
grounds, as the precautionary principle demands, the negative effects of
science and its applications on human health and environment might be
minimized and science could contribute more to human happiness.
Bilim yaşamımızı biçimlendiren en önemli insan etkinliklerinden birisi, belki
de en önemlisidir. Ancak bilimlerin ve onun çeşitli uygulamalarının insan
yaşamına olumlu katkılarının yanında insan ve çevre sağlığı üzerinde pek çok
olumsuz etkilerinin de olduğu tartışılmaktadır. Bilim ve uygulamalarının
insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin her geçen gün daha çok
görünür hâle gelmesi, bilim-değer ilişkisini yeniden önemli bir tartışma
başlığı hâline getirmiştir. İhtiyat ilkesi bilim-değer ilişkisi üzerine yapılan
tartışmaların odağında yer alan kavramlardan biridir. Biz çalışmamızda önce
bilim-değer ilişkisini, bilimin değerden bağımsız bir etkinlik olup olmadığını
bilim tarihi ve felsefesi perspektifinden ele alıyor ve bilimlerin hem
epistemik hem de epistemik olmayan değerler içerdiğini savunuyoruz. Daha
sonra ihtiyat ilkesini ele alıyor ve onun bilimsel araştırmaların
yöntembilimsel bir bileşeni hâline getirilmesinin olası nedenleri ve sonuçları
üzerinde duruyoruz. Son olarak, bilim-değer ilişkisinin, ihtiyat ilkesi
örneğinde olduğu gibi etik temelli kurulması durumunda bilim ve
uygulamalarının insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin
azaltılabileceğini ve bilimin insan mutluluğuna daha çok katkı
sağlayabileceğini tartışıyoruz.