Bilimin ne olduğunun tespit edilmesi ve bilimi sözde bilimlerden ya da bilimsel olmayan alanlardan ayırt edecek ölçütün ne olması gerektiğine yönelik tartışma, bilim felsefesinde sınır çizme sorunu olarak ele alınmaktadır. Bu makalede, öncelikle söz konusu soruna yönelik geleneksel yaklaşımlar incelenmiş ve ardından bu yaklaşımların bilimsel toplulukların doğasına ilişkin özellikleri göz ardı ettiği ortaya konmuştur. Daha önce yapılan çalışmalar bilimi daha çok önermeler, ifadeler ya da salt epistemik bir sistem olarak ele almakta ve bilimsel akıl yürütmenin biçimi ile bilimsel kuramların özelliklerine (...) odaklanmaktadır. Bu tespit çerçevesinde, sunulan çalışmada, bilimsel bir disiplinin asgari olarak iki özellik (yapısal ve kanıta dayalı olması) üzerine kurulması gerektiği vurgulanarak, sınır çizme sorununun çözümüne yönelik önerilen alternatif ölçüt bilimin sosyal yönüne dikkat çekmektedir. Bu bakımdan, makalenin asıl ilgisi, sınır çizme sorununu alternatif bir yolla ele alabilmek amacıyla bilimin ve onun uygulayıcılarının sosyal özelliklerine yönelik tespitleri, sözde bilimin uygulayıcıları ile kıyaslayarak aktarmaktır. Makale, bir disiplinin sözde bilim olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle o disiplinin bilimsellik iddiasında bulunması, daha sonra bilimsel topluluk tarafından sürdürülen bir araştırma geleneğine kabul edilmemiş ya da bu araştırma geleneği tarafından terk edilmiş olması gerektiği düşüncesi ile sonuçlandırılmıştır. (shrink)
Bilime ve bilimsel bilgiye yönelik yaygın görüş, bilimin objektif bir faaliyet olduğudur. Bu görüş bilimsel bilginin elde edilmesinde, bilim insanlarının nesnel bir tavır sergilediğini ve onların sosyal faktörlerden etkilenmediğini varsaymaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde, Viyana Çevresi ve Karl Popper'ın düşünceleri ile bilimde sosyolojik ve psikolojik unsurların keşif bağlamı içerisinde görülebileceği, bilimsel kuramların ve araştırmaların gerekçelendirilmesine yönelik girişimlerin ise yalnızca nesnel, epistemik çalışmalardan oluştuğu ileri sürülmektedir. Keşif bağlamı ve gerekçelendirme bağlamı adı altında yapılan bu ayrıma ilişkin iddialar, Thomas Kuhn'un 1962 yılında (...) yayımlanmış olan 'Bilimsel Devrimlerin Yapısı' adlı kitabında vurguladığı argümanlar ile sekteye uğramaktadır. Kuhn, sosyal ve psikolojik etkenlerin her iki bağlamda da yer aldığını ifade etmekte ve bu sebeple keşif ve gerekçelendirme ayrımına karşı çıkmaktadır. Bu çerçevede makalede, Kuhn'un ulaşmış olduğu sonuçlar Güçlü Program'ın öne sürmüş olduğu argümanlar çerçevesinde desteklenerek ortaya konulmaktadır. -/- ABSTRACT That science is an objective activity is the common view towards science and scientific knowledge. This view assumes that scientists have an objective attitude isolated from social factors in the process of obtaining scientific knowledge. In the second quarter of the twentieth century, the Vienna Circle and Popper argued that sociological and psychological elements can be seen in the context of discovery and that attempts to justify scientific theories and research are merely objective, epistemic studies. The claims regarding this distinction made under the context of discovery and the context of justification are interrupted by the arguments emphasized by Kuhn in his "The Structure of Scientific Revolutions" published in 1962. Kuhn opposes the distinction between discovery and justification by stating that social and psychological factors are present in both contexts. In this respect, Kuhn's conclusions are supported by the arguments put forward by the Strong Programme. (shrink)
This paper presents a preliminary analysis of homeopathy from the perspective of the demarcation problem in the philosophy of science. In this context, Popper, Kuhn and Feyerabend’s solution to the problem will be given respectively and their criteria will be applied to homeopathy, aiming to shed some light on the controversy over its scientific status. It then examines homeopathy under the lens of demarcation criteria to conclude that homeopathy is regarded as science by Feyerabend and is considered as pseudoscience by (...) Popper and Kuhn. By offering adequate tools for the analysis of the foundations, structure and implications of homeopathy, demarcation issue can help to clarify this medical controversy. The main argument of this article is that a final decision on homeopathy, whose scientific status changes depending on the criteria of the philosophers mentioned, cannot be given. (shrink)
Bu makalede Milet Okulu Filozofları ve ilk materyalistler olarak anılan Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’in ontolojileriyle ilişkili olarak arkhe arayışı içerisinde tanrıyla ilgili görüşlerine yer verilecektir. Bazı düşünürler tarafından tanrı tanımaz olarak nitelendirilen Miletli filozofların evrenin ilk maddesi nedir sorusuna vermiş oldukları yanıtların aslında o dönemki Antik Yunan din anlayışıyla bazı önemli noktalarda bağdaştığı gösterilecektir. Makalenin sonunda bu düşünürlerin kendilerine ait bir teoloji ve tanrı düşüncesine sahip oldukları sonucuna varılacaktır. -/- In this article, ideas of the Milesian philosophers; Thales, Anaximandros and (...) Anaximes known as the first materialists will be included in this article with regards to their search for arkhe in relation to their search for god. It will also be shown that the answer to the question of arkhe by the Milesian philosophers who were accepted as atheist philosophers by some thinkers, is compatible with the Ancient Greece’s understanding of religion at some important aspects. At the end of the article, it will be concluded that these scholars have their own idea with regards to theology and god. (shrink)
Marx’ın yapıtlarında ahlaki bir kaygı taşıdığı ve bu doğrultuda bir etik teorisine sahip olduğu düşüncesi günümüzde tartışılmaya devam eden bir meseledir. Bu tartışma genellikle Marx'ın yabancılaşma, insan doğası ve kapitalizm hakkında ileri sürmüş olduğu düşünceleri üzerinden yürütülmektedir. Bu kapsamda, ilk olarak, makalede Marx’ın yabancılaşma teorisi ve bu kavramın nasıl ortaya çıktığına ilişkin tarihsel arka plan verilmektedir. Daha sonra yabancılaşma ile insan doğası arasındaki ilişkiyi kurarak, Marx'ın insan doğası anlayışının ona bir etik teorisi imkânı sağlayıp sağlamadığı tartışılmaktadır. Bu bağlamda, Marx'ın etik (...) teorisine hizmet eden evrensel bir insan doğası anlayışına sahip olduğu fikri, Louis Althusser ve Norman Geras'ın analizi ile irdelenmektedir. Yapılan tartışmalar doğrultusunda, nihai olarak, makalede Marx’ın bir etik teorisine ve ahlak anlayışına sahip olduğu sonucu desteklenmektedir. (shrink)
In this study, the existing definitions of thought experiments and the origin of this concept with its first usage in history will be discussed. Then, the epistemology of Ernst Mach, who conducted the first systematic research on thought experiments, will be provided in order to grasp his views on this subject correctly. In this context, the views of James Brown and John Norton, who support different positions, will be briefly described in order to draw the general framework of the epistemological (...) status of thought experiments. Finally, it will be revealed that the biological theory of knowledge and the doctrine of the economy of thought are the sources of Mach’s ‘instinctive knowledge’ argument about scientific thought experiments. (shrink)
Thomas Kuhn’un 1962 yılında yayımlamış olduğu “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” adlı kitabı bilimsel gelişme, bilimin doğası ve bilimsel bilginin özerkliği gibi çeşitli bilim felsefesi konularında alanında rölativist ya da göreci bir anlayışa katkıda bulunarak bilimin sarsılmaz statüsüne zarar verip vermediğine yöneliktir. Kuhn’un rölativistlikle suçlanmasına yol açan argümanlardan ön plana çıkan ikisi; iki farklı rakip paradigmaya bağlı olan kuramların kıyaslanmasının mümkün olmadığını ileri süren metodolojik eşölçülemezlik argümanı ile kuramdan bağımsız nötr gözlem önermelerinin olamayacağını belirten gözlemlerin kuram yüklü olduğu savıdır. Kuhn bu argümanlar (...) çerçevesinde kendisine getirilen görecilik iddialarına karşı çıkar ve bilim felsefecilerinin ona yöneltmiş olduğu eleştirilere yıllar içerisinde “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” kitabının ek bölümlerinde cevap vermektedir. Bu bağlamda, Kuhn’un bu iddialara ikna edici bir cevap verip vermediğini tespit edebilmek ve onun gerçekten bilim ve bilimsel bilginin statüsü konusunda rölativist olup olmadığını soruşturmak için ortaya konulan eleştirilerin etraflıca ele alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, Kuhn'un görecilik konusu ile ilgili bir neticeye varabilmek amacıyla onun bütün bilim anlayışının göz önünde bulundurulması önemlidir. Dolayısıyla Kuhn'un genel bilim tasviri bu çalışmanın odağını oluşturmaktadır. Bu bakımdan çalışmada, ilk olarak kısaca “göreciliğin” ne anlama geldiği ortaya konulacak, ardından Kuhn’un eşölçülemezlik ve kuram yüklülük tezleri ayrıntılandırılarak, bu çerçeve içerisinde neden rölativist olarak kabul edildiği serimlenecektir. Nihai olarak, Kuhn'un kendisine getirilen eleştirilere karşı ortaya koyduğu cevapların rölativist suçlamalardan sıyrılması için sağlam gerekçeleri sağlayamadığı ortaya konulacaktır. (shrink)
Thought experiments, one of the most effective ways of acquiring knowledge, are an intellectual tool frequently used by scientists or thinkers in their fields of study. Thought experiments used to respond to scientific issues are considered scientific thought experiments, while thought experiments used for philosophical problems are called philosophical thought experiments. In this context, firstly, the differences between scientific and philosophical thought experiments are determined in the article. In particular, philosophical thought experiments are often needed in discussions within the field (...) of epistemology. For this reason, in the rest of the study, the knowledge argument put forward against the idea of physicalism, which is one of the important views in epistemology and which claims that the natural world is basically physical and that everything can be explained by physical laws is included. The knowledge argument briefly argues that there are non-physical properties and information that can only be discovered through conscious experience. Accordingly, it is argued that someone who has all physical knowledge about another conscious may lack knowledge of what it would feel like to have subjective experiences of that entity such as qualia. Consequently, the main idea of the article is to reveal how an epistemological thesis has been questioned by various philosophers in the context of philosophical thought experiments such as Mary’s room, ‘What is it like to be a Bat’, The Martian and the Philosophical Zombie. - Bilgi edinmenin en etkili yollarından bir tanesi olarak değerlendirilen düşünce deneyleri bilim insanları ya da düşünürler tarafından kendi çalışma alanları içerisinde sıklıkla başvurulan düşünsel bir araçtır. Bilimsel konulara cevap vermek amacıyla gerçekleştirilen düşünce deneyleri bilimsel düşünce deneyleri olarak değerlendirilirken, felsefi sorunlara yönelik kullanılan düşünce deneyleri ise felsefi düşünce deneyleri olarak adlandırılmaktadır. Bu kapsamda makalede ilk olarak bilimsel ve felsefi düşünce deneyleri arasındaki farklılıklar belirlenmektedir. Özellikle, epistemoloji alanı içerisinde yer alan tartışmalarda felsefi düşünce deneylerine sıklıkla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle çalışmanın devamında epistemolojide önemli görüşlerden bir tanesi olan ve doğal dünyanın en temelde fiziksel olduğu ve fiziksel yasalarla her şeyin açıklanabileceği iddiasında bulunan fizikalizm düşüncesine karşı ileri sürülmüş bilgi argümanına yer verilmektedir. Bilgi argümanı kısaca sadece bilinçli deneyim yoluyla elde edilebilen ve fiziksel olarak ifade edilemeyen öznel deneyimlerin ve özelliklerin olduğunu savunmaktadır. Buna göre, başka bir bilinçli varlık hakkında bütün fiziksel bilgiye sahip olan birinin, o varlığın qualia gibi öznel deneyimlerine sahip olmasının nasıl bir his olduğu konusundaki bilgilerden yoksun olabileceği fikri savunulmaktadır. Bu doğrultuda, makalenin temel savı fizikalizm gibi epistemolojik bir teze Mary’nin Odası, ‘Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir’, Marslı ve Felsefi Zombi gibi felsefi düşünce deneyleri bağlamında çeşitli filozoflarca nasıl itiraz edildiğini ve düşünce deneylerinin bu bağlamda nasıl kullanıldığını ortaya koymaktır. (shrink)
Bu makalede solipsizmin argümanlarının metafizik ve epistemolojik düzlemlerde geçerli olup olmadığı değerlendirilecektir. Bu çerçevede çalışmada ilk olarak solipsizmin şüphecilikle ilişkisi bağlamında tarihsel arka planı verilecek, Rene Descartes ve George Berkeley’in solipsizmin teorik açıdan derinleşmesini mümkün kılan savlarına da yer verilecektir. Ardından George Edward Moore ve Hilary Putnam’ın solipsizme karşı kullanılabilecek argümanları ele alınacak ve son olarak solipsizm eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Makalenin temel argümanı solipsizmin ne metafizik ne de epistemolojik açıdan gerekçelendirilebileceğidir.
In this article, it is claimed that it is not possible to find a modern capitalist order in Ancient Greece. This claim is supported by the economic activities and historical findings of the ancient period and it is also shaped by reference to the 'primitivist-modernist debate'. In this context, firstly, Mosses I. Finley's primitivist views that claim capitalism cannot be possible in ancient Greece will be explained by taking into consideration the accounting system, commercial activity, social status, labor usages, and (...) land treatments. Secondly, the article will analyze Michael I. Rostovtzeff’s objection to primitivist ideas, and reveal his thoughts by supporting modernist ideas on the existence of capitalism in ancient Greek. Based on these analyses, it is concluded that it is unreasonable to talk about the existence of capitalism in ancient Greece. (shrink)
Science and scientific knowledge have been questioned in many ways for a long period of time. Especially, after the scientific revolution of 16th- and 17th-century Europe, science and its knowledge have been mainly accepted one of the most valuable and trustable information. However, in 20th century, autonomy of scientific knowledge and its dominant position over other kinds of knowledge have been mainly criticised. Social and other factors that were tried to be excluded before have been incorporated into the work by (...) the influence of the Strong Programme. In this article, it will be argued that while people are presenting scientific knowledge, their interests, beliefs and the communities they are involved in are also shown to be effective in producing this information. Thus, the desired result is that it is not reasonable to talk about the absolute autonomy of scientific knowledge. (shrink)
This article initially presents Ernst Mach's anti-realist or instrumentalist stance that underpin his opposition to atomism and reveal his idea that science should be based totally on objectively observable facts. Then, the details of Mach's phenomenalist arguments which recognize only sensations as real are revealed. Phenomenalist thought is not compatible with the idea of realism, which evaluates unobservable entities such as atom, molecule and quark as mind-independent things. In this context, Mach considers the atom as a thought symbol or a (...) metaphysical fiction. This results in the idea that the existence of matter or entity is not independent of the perceiving minds, which is considered Mach’s subjective idealism. As a result of these arguments, the article argues that it would not be wrong to associate Mach's thoughts with solipsism, a radical form of subjective idealism. -/- Bu makalede ilk olarak Ernst Mach’ın atomun varlığına ilişkin itirazının temelini oluşturan ve bilimin sadece gözlemlenebilir olgulara dayandırılması gerektiği yönündeki düşüncelerini ortaya koyan anti-realist ya da enstrümantalist görüşlerine yer verilmektedir. Ardından Mach’ın enstrümantalist tavrının alt metninde bulunan ve yalnızca duyumları gerçek olarak kabul eden fenomenalist argümanlarının ayrıntıları serimlenecektir. Fenomenalist düşünce atom, molekül ve kuark gibi gözlemlenemeyen varlıkları zihinden bağımsız şeyler olarak değerlendiren realizm düşüncesi ile uyuşmamaktadır. Bu bağlamda yapılan incelemeler, Mach’ın atomu bir düşünce sembolü ya da metafiziksel bir kurgu olarak değerlendirmesine ve dış dünyadaki varlıkların var olmasını, onların bir zihin tarafından duyumsanması koşuluna bağlaması ile sonuçlanmaktadır. Makalede Mach’ın öznel idealizmi olarak ele alabileceğimiz bu argümanlarının radikal bir sonucu olarak onun düşüncelerini solipsizm ile ilişkilendirmenin yanlış olmayacağı sonucuna varılmaktadır. (shrink)
The question of where the knowledge comes from when we conduct thought experiments has been one of the most fundamental issues discussed in the epistemological position of thought experiments. In this regard, Pierre Duhem shows a skeptical attitude on the subject by stating that thought experiments cannot be evaluated as real experiments or cannot be accepted as an alternative to real experiments. James R. Brown, on the other hand, states that thought experiments, which are not based on new experimental evidence (...) or logically derived from old data, called the Platonic thought experiment, provide intuitive access to a priori knowledge. Unlike Brown, John D. Norton strictly criticizes the idea that thought experiments provide mysterious access to the knowledge of the physical world, and states that thought experiments cannot provide knowledge that transcends empiricism. In the context of the NortonBrown debate, in this article, Brown's stance on thought experiments is supported by critically analyzing the thoughts put forward on the subject. -/- Düşünce deneylerini gerçekleştirdiğimizde sonucunda elde edilen bilginin nereden geldiği sorusu düşünce deneylerinin epistemolojik konumuna ilişkin tartışılan en temel konulardan bir tanesidir. Bu doğrultuda, Pierre Duhem düşünce deneylerinin gerçek deneyler ile aynı statüde değerlendirilemeyeceğini ve hatta düşünce deneylerinin gerçek deneylerin bir alternatifi olarak bile kabul edilemeyeceğini belirterek konuya ilişkin şüpheci bir tavır sergilemektedir. James R. Brown ise yeni deneysel kanıtlara dayanmayan ya da eski verilerden mantıksal olarak türetilmeyen, Platoncu düşünce deneyi olarak adlandırılan düşünce deneylerinin a priori bilgiye sezgisel erişim sağladığını ifade etmektedir. Brown’ın aksine, John D. Norton düşünce deneylerinin fiziksel dünyanın bilgisine gizemli bir erişim sağladığı yönündeki düşünceyi kesin bir dille eleştirmekte ve düşünce deneylerinin ampirizmi aşan bir bilgi sağlamasının mümkün olamayacağını ifade etmektedir. Norton-Brown tartışması çerçevesinde bu makalede, Brown'un düşünce deneylerine ilişkin tutumu, konuyla ilgili düşüncelerin eleştirel olarak analiz edilmesiyle desteklenmektedir. (shrink)
Bu makalede Milet Okulu Filozofları ve ilk materyalistler olarak anılan Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’in ontolojileriyle ilişkili olarak arkhe arayışı içerisinde tanrıyla ilgili görüşlerine yer verilecektir. Bazı düşünürler tarafından tanrı tanımaz olarak nitelendirilen Miletli filozofların evrenin ilk maddesi nedir sorusuna vermiş oldukları yanıtların aslında o dönemki Antik Yunan din anlayışıyla bazı önemli noktalarda bağdaştığı gösterilecektir. Makalenin sonunda bu düşünürlerin kendilerine ait bir teoloji ve tanrı düşüncesine sahip oldukları sonucuna varılacaktır.
Bilimi ve bilimsel bilgiyi kültür, değer ve öznel yargılardan izole ederek nesnel bir şekilde ortaya koyabilmeye yönelik hararetli tartışmaların yaşandığı yirminci yüzyıl bilim anlayışının temel gayesi, deney ve gözleme tabi olabilecek fiziki dünyadaki olguları, mantıksal çözümlemeye tabi tutarak birleştirilmiş bilime ulaşmaktır. Bu amaca giden yolda olgulara dayanmayan ve sınanamayan her türlü metafizik öge yok sayılır. Bilimsel bilginin sadece deney ve gözleme tabi olana, diğer bir deyişle olgu verilerine dayandığı iddiasını taşıyan bu düşünce sistemi, özellikle Viyana Çevresi üyeleri tarafından benimsenmiştir. Bu (...) bakımdan Çevre üyelerinin bilimsellik anlayışındaki temel ölçüt olgulara dayanan önermelerin ya da yargıların doğrulanabilmesidir. Bilimsel bilginin sadece olgusal dünyanın gözlemlenmesi ve bu gözlem sonucunda ortaya konulan önermelerin ya da ifadelerin doğrulanmasıyla sağlandığını düşünen Çevre üyelerinin bu savlarındaki amacı bilimi ve onun bilgisini her türlü kültür ve değer alanından uzaklaştırarak metafiziksel unsurlardan arındırılmış nesnel bilgiye ulaşmaktır. Çevre üyelerinin birçoğu bilim alanı içerisinde tartışmaya yol açan meselelerin aslında metafiziksel içerikli ve dolayısıyla bunların görünüşte problemler olduğunu belirterek bu tartışmaların bilimsel bilginin gelişimi önünde bir engel oluşturacağı kanaatindedir (Hızır, 1965, s. 254). Söz gelimi, Carnap’a göre, metafizik ögeler olgusal içeriğe sahip olmadığı ve sınanabilir nitelikte olmadıkları için bilim alanı içerisinde değerlendirilemez. Bu nedenle, metafizik ögeler hem doğrulanması mümkün olmadığı hem de dilin mantıksal dizimine genellikle uymadığı gerekçesiyle anlamsızdır (Öztürk, 2011, s. 155). Bu bakımdan Çevre üyelerine göre, olgulara dayanmayan ve bilimde yanılsamalara yol açan metafizik söylemler bilimden ayıklanmalı ve bilimsel bilgi ancak olgu ve deneye dayanan önermeler üzerinden yürütülmelidir. Öte yandan Çevre düşünürleri mantıksal çözümleme yoluyla olgulara dayanan önermelerin metafiziksel unsurlar içeren önermelerden ayırt edilebileceğini ifade etmiştir. Bu bağlamda metafizik önermeleri, metafizik olmayan önermelerden ayırt edecek ölçütün doğrulanabilirlik olduğunu savunurlar. Çevre üyelerinin bu tutumları bir bakıma bilim ve sözde bilim arasında ayrım yapma ve metafiziği bilimin dışında tutma çabası olarak da değerlendirilebilir (Kabadayı, 2011, s. 39-40). Yirminci yüzyıl bilim anlayışında bilimsel etkinlikte gözlemin ve gözlemi yürüten bilim insanlarının dolaysız öznel duyu verileriyle ilişkili olduğu bu nedenle gözlem verilerinin psikolojizmin etkisinde olduğu fikri ortaya atılır. Başta Neurath olmak üzere dönemin bilim felsefecileri bilimsel bilginin kültür, değer ve psikoloji gibi öznel unsurlardan uzaklaştığı sürece değerli olduğu kanısında olduğu için bu fikre karşı çıkmaktadır (Gillies, 2018, s. 123). Görüldüğü üzere, Çevre üyelerinin temel amacı metafizik önermelerden arındırılmış, olgulara dayanan bir bilime ulaşmaktır. Bu amacın gerçekleşmesine olanak sağlayacak yöntem ise mantıksal çözümlemedir. Bu bağlamda Çevre üyeleri olgulara dayanan ve doğrulanabilen önermelerin, söz dizimi (sentaks) ve anlamsal (semantik) açıdan incelemeye tabi tutulması gerektiğini düşünmektedir (Yardımcı, 2018, s. 13-15). Özellikle Carnap (1935, s. 9-10) doğrulamanın ancak öne sürülen önermenin mantıksal analize tabi tutularak yapılması gerektiğini iddia etmiştir (Irzık, 1962, s. 65). Bununla birlikte, felsefenin işlevi, önermeleri mantıksal analize tabi tutarak yalın hale getirmektir. İşte felsefenin bu yönü Neurath’da bilimin birliği, Carnap’ta ise bilimin sentaksı, yani bilimin mantığı üzerine çalışma anlamına gelir (Hızır, 1965, s. 252). Bilimi, bilim olmayandan ayırma yöntemi olarak kullanılan doğrulama işlemi, teorik bir söylem ve gözlem önermesi arasında yapılan bir işlem olması bakımından mantıksal ve dilsel bir özellik taşır. Buradaki temel sorun ise teorik bir önermenin gözlem önermelerine indirgenebilir nitelikte olması ve gözlem önermelerinin, gözlem ile nasıl ilişki kurduğunu saptamaktır. İşte Viyana Çevresi üyeleri bu ilişkinin protokol önermeleri ile kurulduğu kanaatindedir (Ural, 2012, s. 105-107) çünkü onlara göre; öznelerarası bir bilimin sağlanması için yansız ve anlam karmaşasından arındırılmış bir dil gereklidir (Serin, 2015, s. 55). Bu dil de ancak protokol önermeler aracılığıyla kurulabilir. Bu bağlamda Çevre üyelerinin, metafiziksel ifadeler barındıran önermelerin anlamsızlığı ve bilimleri ortak bir paydada birleştiren fiziksel bir dil oluşturma olmak üzere iki temel hedefinin olduğu söylenebilir (Godfrey-Smith, 2003, s. 25; Salgar, 2012, s. 187). (shrink)
Gözlemlenenlerden gözlemlen(e)meyenlere diğer bir deyişle genel yasalara ulaşma imkânı veren çıkarım yöntemi olarak tümevarımsal ya da endüktif akıl yürütmenin rasyonel olarak temellendirilmesinin imkanına yönelik soruşturma tarih içerisinde tümevarım sorunu ya da endüksiyon problemi olarak tezahür etmiştir. Bu sorunun temel argümanı tarihsel okumalara baktığımızda İskoç ampirist filozof David Hume tarafından öne sürülmüştür. Hume, tümevarımsal çıkarımlar temelinde, gözlenmeyen meseleler hakkındaki inançlarımıza hangi gerekçelerle ulaştığımızı soruşturmaktadır. Hume soruşturmasının sonucunda gözlemlenenden gözlemlen(e)meyen durumlara ilişkin yapılan olgu meseleleri ile ilgili bütün tümevarımsal akıl yürütmelerin dolaylı ya (...) da dolaysız olarak nedensellik ilişkisine ve bu ilişkinin temelinde yer alan doğanın düzenliliği ilkesi ya da “gelecek her zaman geçmişe benzer” önermesine dayandığını ifade ederek bütün tümevarımsal akıl yürütmelerde ortak olan geleceğin her zaman geçmişe benzeyeceği ifadesinin rasyonel olarak temellendirilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir. Bu bağlamda, çalışmada tümevarımsal akıl yürütme sonucunda ulaşılan sonuca inanmanın hiçbir rasyonel temelinin olamayacağı yönündeki Hume’un görüşü argüman formunda yeniden yapılandırılarak ortaya konulacaktır. (shrink)
Bilimsel faaliyetin ve bilimsel bilginin en temel özelliklerinden bir tanesi olarak karşımıza çıkan bilimsel nesnellik bilim felsefesi alanı içerisinde sıklıkla tartışılan bir konu olagelmiştir. Bu doğrultuda, bilimsel nesnelliğin temin edilmesine yönelik çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Genel olarak bilimsel nesnellik bilim insanlarının çalışmalarında olguları doğrudan yansıtması ya da bilim insanlarının çalışmalarını tarafsız bir bakış açısıyla tamamlaması olarak anlaşılmaktadır. Bu görüşlerin bilim felsefesi içerisindeki yansımaları sırasıyla olgulara bağlılık olarak nesnellik ve hiçbir yerden bakış olarak nesnellik isimleriyle olmuştur. Bu bakış açısı, kişisel çıkarların (...) ve değerlerin bilimsel çalışmalardan izole edilmesi sayesinde bilimsel nesnelliğin sağlanabileceğini kabul etmektedir. Diğer bir deyişle, bilimler değerlerden bağımsız olduğu takdirde nesnel olabilmektedirler. Bu görüşe karşı olarak, Helen Longino gibi bilim insanları ise değerleri bilimsel nesnelliğin bir gerekliliği olarak görmektedirler. Bu çalışmada, özellikle değerlerin göz ardı edilmesiyle bilimsel nesnelliğin gerçekleştirilmesinin mümkün olamayacağını vurgulan Helen Longino’nun “bağlamsal deneycilik” olarak bilinen görüşlerine yer verilmektedir. Buna göre Longino, bilimsel araştırmanın toplumsal yönlerini göz önünde bulundurarak değerden bağımsız ideali tamamen reddetmektedir. O değer yüklü bir bilimin hem bilgi kuramsal açıdan hem de nesnellik açısından güvenilir olabileceğini düşünmektedir. -/- Scientific objectivity, which is one of the most basic features of scientific activity and scientific knowledge, is a subject that is frequently discussed in the field of philosophy of science. In this direction, various views are put forward to ensure scientific objectivity. In general, scientific objectivity is understood as scientists reflecting the facts as they are in their studies or scientists completing their studies with an impartial point of view. The reflections of these views in the philosophy of science were respectively called objectivity as faithfulness to facts and objectivity as a view from nowhere. This perspective recognizes that scientific objectivity can be achieved by isolating personal interests and values from scientific studies. In other words, sciences can only be objective if they are value-free. Against this view, scientists such as Helen Longino see values as a necessity of scientific objectivity. In this study, Helen Longino's views known as "contextual empiricism" are included. Accordingly, it is emphasized that it is not possible to realize scientific objectivity by ignoring values. Longino completely rejects the value-free ideal, considering the social aspects of scientific research. She thinks that a value-laden science can be reliable both in terms of epistemology and objectivity. (shrink)
One of the main purposes of science is to explain natural phenomena by increasing our understanding of the physical world and to make predictions about the future based on these explanations. In this context, scientific theories can be defined as large-scale explanations of phenomena. In the historical process, scientists have made various choices among the theories they encounter at the point of solving the problems related to their fields of study. This process, which can be called ‘theory choice’, is one (...) of the most debated issues in the field of philosophy of science in the twentieth century, because this discussion is a very comprehensive problem because it includes important issues such as the use of logical arguments and the determination of the scientific method. At the point of solving this problem, members of the Vienna Circle and Karl Popper think that an objective criterion can be determined by which scientists can apply for theory choice. While the Vienna Circle emphasizes that the best-confirmed theory should be chosen among competing theories, Popper states that competing theories or theories should be tested ruthlessly with appropriate methods, and that successful or corroborated theories should be selected as a result of these tests. Contrary to these views Kuhn states that there are some non-obligatory subjective elements that scientists should follow at the point of theory choice. Accordingly, in this study, the problem of how scientists make their choices among competing theories will be discussed by highlighting Kuhn’s arguments regarding the subjective nature of theory selection. (shrink)
Bilime ve onun bilgisine akademik, politik, ekonomik ve kamusal alanlar olmak üzere birçok alanda diğer bilgi iddialarına kıyasla daha fazla güven duyulmaktadır. Bilime duyulan bu güvenin temelinde büyük ölçüde bilimsel süreçlerin ve yöntemlerin nesnel bir şekilde yürütülmesi ve bu nesnel sürecin bir ürünü olarak bilimsel bilginin tarafsız bilim insanları tarafından ortaya konulduğu düşüncesi yatmaktadır. Bu bakımdan toplum tarafından bilimin tartışılmaz statüsünün ve bilimsel bilgiye verilen değerin belirleyicisi olarak nesnellik özelliği ön plana çıkmaktadır. Bilhassa doğa bilimleri söz konusu olduğunda bilimsel yöntemin (...) olgulara ve dış dünyaya ilişkin nesnel bilgiler sağladığı düşünülmektedir. Bu bakımdan doğa bilimleri, bilimde nesnelliğin paradigmatik örnekleri olarak kabul görmektedir. Beşeri ve sosyal bilimler alanında ise doğa bilimlerine kıyasla nesnellik algısı düşük olmasına rağmen, yöntemlerinin bilimsel yöntemle çalışılmaya uygun olmasından dolayı en azından ilke olarak nesnel olduğu değerlendirilmektedir. Bilimin değerler alanından ziyade olgu alanına ilişkin çalışmalar yürütmesi, bilim insanlarının değerler, anlamlar ve ideallerinden de kendisini izole ederek bilimsel nesnelliği temin edilebileceği konusunda genel bir kavrayışa yol açmaktadır. Bu görüşün önde gelen düşünürü Karl Popper’dır. Popper bilimsel nesnelliğin, olgusal içerikli önermelerin – protokol önermeleri – öznelerarası sınanabilir olması ile temin edilebileceğini ve böylece bilim insanlarının çalışmalarında kültür, değer ve inanç gibi öznel kanılarının bilimsel bilginin temellendirilmesi ve sınanması noktasında kullanılamayacağını ifade etmiştir. Ancak bilimin doğasına yönelik bir soruşturma bilimsel bilginin düşünüldüğü kadar nesnel bir sürece sahip olmadığını, bilim faaliyetini gerçekleştiren bilim insanlarının kişisel çıkarlarının, değerlerinin ve içinde yaşamış oldukları kültürel faktörlerin bilimsel bilginin elde edilmesi sürecinde etkili olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu bakımdan bilimin doğasını doğru bir şekilde anlayabilmenin yolu bilimlerde nesnellik ölçütünün sosyolojik ve kültürel unsurlarla yakından ilişkili olduğunu bilmekten geçmektedir. Thomas Kuhn bilimsel değerlendirmelerde değer yargılarının ve kültürel unsurların kaçınılmaz olduğu düşüncesindedir. Kuhn, Popper’ın aksine sosyolojik etmen ve değerleri de işin içerisine katarak bir bilimsel nesnellik değerlendirmesi yapmaktadır. Bu doğrultuda, o bilimde fazlasıyla öznel unsurları vurguladığı eleştirilerine imkân vermeyecek şekilde bilim insanlarının takip etmesi gereken ve tavsiye niteliğinde olan belirli değerler neticesinde bilimsel nesnelliğin ve rasyonalitenin sağlanabileceğini ifade etmektedir. Bu kapsamda çalışmada, bilimin en bilinen özelliği olarak göze çarpan nesnellik kavramı ve düşüncesine yönelik kavramsal bir belirlemenin ardından kültür ve değer gibi sosyolojik unsurların bilimsel objektifliğin ayrılmaz bir parçası olduğu argümanı, Popper ve Kuhn’un çalışmaları göz önünde bulundurularak serimlenecektir. (shrink)
Paul Goodman, 1960’larda modern Amerikan toplumunun organize sistemi içerisinde dönemin gençliğinin sorunlarını ön plana çıkaran ‘Growing Up Absurd: Problems of Youth in the Organized System’ (Saçmayı Büyütmek: Organize Sistemde Gençliğin Problemleri, 1960) eseri ile sosyal bir eleştirmen olarak ön plana çıkmıştır. Amerikalı bir düşünür olan Paul Goodman’ın kısa öyküler, romanlar, şiirler ve makalelerden oluşan çalışmaları, siyaset, sosyal teori, eğitim, kentsel tasarım, edebi eleştiri, hatta psikoterapi gibi geniş bir yelpazeye dağılmıştır. Onun temel argümanı (1960: 9-10) tek bir merkez etrafında örgütlenen teknoloji (...) toplumunun başarısızlıklarını eleştirerek, mevcut düzenin insanın doğasına uygun bir biçimde yeniden inşasını vurgulamaktadır. Goodman’ın yeniden inşa süreci içerisinde insan doğasına önem veren faaliyete dayalı anarşist ideolojisi, sorumluluk duygusunun homojen bir şekilde bireyler arasında paylaşılması gerektiğini vurgular. Goodman merkeziyetçi olmayan siyaset anlayışı ile kendisini Amerikan siyasetinin ve kültürünün karşısında yer alan bir pozisyonda konumlandırmaktadır (Honeywell, 2011: 1). Diğer bir deyişle Goodman (1960: 36), anarşist geleneği formüle etmek amacıyla yirminci yüzyıl Amerikası’nın içinde bulunmuş olduğu mevcut durumdan yola çıkarak eleştirilerini ademi merkeziyetçilik, katılımcı demokrasi, özerk toplum temaları üzerine temellendirmiştir. -/- Goodman’a göre, sosyal, kültürel, ahlâk ve eğitim gibi alanlarda uygulanan kurallar günümüz devletlerini etkisi altına alan kapitalist düzen tarafından belirlenmektedir (Bakır, 2016: 110). Bu durum Goodman’ın da içerisinde bulunduğu anarşist düşünürler tarafından kabul edilebilecek bir husus değildir, çünkü anarşistler mevcut düzenin ve sosyal yaşamın otorite ve itaat yapılarıyla güçlendirilen belirli yaklaşımlar ile kontrol altına alınmasını, insanların fikirlerini özgürce ifade edemeyeceği, bir nevi entelektüel bir hapishane içerisinde yaşaması anlamına geleceğinden dolayı karşı çıkmaktadırlar (Sheean, 2003: 122). Aynı nedenlerden dolayı Goodman, modern liberalizm ve Marksizm gibi alternatif radikal ideolojileri yerinden yönetim düşüncesi ve sosyal mühendislik konusundaki eğilimleri dolayısıyla reddetmektedir. Goodman için anarşizm, özgürlük ve toplumsal değişime yeterli düzeyde arka çıkabilecek tek ideolojik çerçeve olarak görülmektedir. Ona göre (2010: 143), “anarşizm ya da daha iyisi, anarko-pasifizm (toplumsal değişim hareketleri içerisinde örgütlü şiddete ve kurumlara karşı çıkan anarşist anlayış) günümüzün gelişmiş toplumlarının bürokrasilerini, karar verme konusunda aşırı merkezîleşmelerini ve sosyal mühendislik gibi problematik durumlarını ve tehlikelerini tutarlı bir şekilde öngörmüştür”. -/- Siyaset, sosyoloji ve felsefe gibi çeşitli alanlar içerisinde etkili olan anarşist kuramlar, radikal bir söylem olarak eğitimcileri ve araştırmacıları yeni öğretilere ve uygulamalara teşvik etme konusunda itici bir güç oluşturabilmektedirler. Anarşist yaklaşımlardan eğitim kuramı ve araştırmalara yönelik daha belirleyici bir rol alması beklenmektedir, ancak bu yaklaşımlar mevcut radikal akademik görüşü büyük ölçüde etkisi altına alan Marksizm’in eğitim alanında göstermiş olduğu aynı etkiyi gösterememiştir. Anarşist düşünceleri eğitim alanı içerisinde daha etkili ve görünür kılabilmek amacıyla Paul Goodman, Francisco Ferrer ve Alexander Neill’ın ileri sürmüş olduğu çeşitli düşünceler, girişimler ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda Goodman’ın anarşizme ilişkin düşünceleri ile bu çalışma sıkı bir anarşizm tahlili, eleştirisi ve felsefesinden öte anarşist anlayışın eğitimdeki uygulanabilirliğine yönelik bir soruşturma içerisine girmekte ve anarşist yaklaşımın mevcut eğitim sistemlerinden hangi yönleriyle farklılaştığını, sonucunda etkili bir eğitim anlayışı ortaya koyup koyamadığını tartışmaktadır. (shrink)
Diogenes of Sinope, bilinen adıyla Diogenes ya da Sinoplu Diyojen’e yönelik yapılan bu çalışmada amacım, Dioegenes’in yaşamının, felsefi duruşunun ve benimsediği etik kuralların kapsamlı ve belgelenmiş bir şekilde sunulmasıdır. Diogenes’in hayatını ve öğretilerini güvenilir bir şekilde aktarmak aşırı derecede zordur, çünkü diğer antik filozoflardan ayrı olarak, onun yaşamına ilişkin güvenilir kaynaklar bulmak oldukça sınırlıdır. Ayrıca, fıçının içinde yaşayan bir Kinikli’ye yönelik ortaya konulmuş birçok kurmaca anekdot ile uğraşılması gerekmektedir. Güvenilir bilginin azlığı ve belgesiz atıfların yarattığı zorluklara rağmen, yine de birçok (...) kişinin hayalinde hayatta kalmayı başaran ünlü filozofun portresini ölümünden yirmi üç yüzyıl sonra yeniden inşa etmek mümkün gözükmektedir. Bu bağlamda, Diogenes’in yaşam tarzı ve felsefesine yönelik bilgiler verilecek, ardından temsil ettiği akım olan kinizmin temel öğretileri çeşitli kaynaklardan gösterilerek aktarılacaktır. Son olarak da, Diogenes’in Sinop kültürünün ve kültürel mirasımızın bir parçası olarak kabul edilmesinin mümkün olup olmadığı tartışılacaktır. (shrink)
Hermeneutik tarihsel süreç içerisinde hukuk, teoloji, tarih, sanat ve felsefe gibi çeşitli alanlarda farklı şekillerde tanımlanmış ve kullanılmış bir kavramdır. Bu doğrultuda, hermeneutiğin tam olarak belirlenebilmesi amacıyla, hermeneutik kelimesinin kökenine ve bu disiplinin tarihine mümkün olduğunca öz bir şekilde bakma gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Çünkü hermeneutik disiplinini tek bir perspektiften değerlendirmek, onun temel gerçekliğini anlamamıza engel olacak çarpıtmaların gün yüzüne çıkmasına sebep olabilir. Genel anlamda bir ifadenin, anlamın, metnin ya da sanat eserinin belirli bir çerçeve içerisinde yorumlanması olarak değerlendirilen hermeneutik, felsefe (...) açısından varlığın oluş tarzı, sosyoloji açısından metodolojik problemlere yönelik bir çözüm, dini açıdan ise anlaşılması güç metinlerin anlamını gün yüzüne çıkaran yorum kuralları bütünü olarak tanımlanabilir (Audi, 1999: 377). Webster’in Uluslararası İngilizce sözlüğünde hermeneutik kavramı genel ifadesiyle yorumlama ve açıklamanın metodolojik ilkelerinin soruşturulması olarak tanımlanmakta iken, daha özel anlamda ise İncil’in çevirisinin yapılabilmesi için belirlenen genel prensiplerin incelenmesi olarak belirtilmiştir (Gove, 1971: 1059). Bu çalışmada, Auguste Comte’un öncülük ettiği pozitivist anlayışın öne sürdüğü ve desteklediği doğa bilimci yöntemin ve pozitivist tarih anlayışının, insanı ve yaşantısını doğru bir kavrayışla değerlendirme noktasında etkili olamadığı vurgulanacaktır. Pozitivist düşünce doğa bilimlerinin elde etmiş olduğu başarı ve kazanımlardan yola çıkarak dönemin bilim anlayışı konusunda belirleyici olmakla birlikte, ön plana çıkardığı bilimsellik modelinin ya da kriterinin bir sonucu olarak tinsel bilimlerin ya da beşerî bilimlerin doğasına uygun olmayan yöntemleri benimsemesi hususunda belirleyici bir unsur olmuştur. Böylece, doğa bilimleri söz sahibi olmadığı bir alan içerisinde parlatılarak, bilimsellik statüsü kazanabilme kaygısıyla tinsel bilimleri yöntemsel bir kriz içerisine sürüklemiştir. Bu çerçevede, hermeneutiğin zaman içerisindeki dönüşümünün zirve noktasında yer alan düşünürlerden biri olan Wilhelm Dilthey’in tinsel bilimleri yöntemsel açıdan karşı karşıya kaldıkları kriz durumundan çıkarmak amacıyla ileri sürdüğü hermeneutik yönteme ilişkin savlarını, hermeneutiğin tarihsel süreç içerisindeki kazanımlarından yola çıkarak tartışmak gerekmektedir. (shrink)
Create an account to enable off-campus access through your institution's proxy server.
Monitor this page
Be alerted of all new items appearing on this page. Choose how you want to monitor it:
Email
RSS feed
About us
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam, quis nostrud exercitation ullamco laboris nisi ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis aute irure dolor in reprehenderit in voluptate velit esse cillum dolore eu fugiat nulla pariatur. Excepteur sint occaecat cupidatat non proident, sunt in culpa qui officia deserunt mollit anim id est laborum.